Bir insan dünyaya geldiği zaman dilini, ırkını, inancını, inançsızlığını , ismini kendisi seçmiyor.
Hiç bir bebek senet imzalayarak yaşam hakkını elde etmez. Doğumumuzdan itibaren önce anne,ailemiz ve çevremiz tarafından dayatılan yaşam biçimi bir kişilik ve kimliğimizi oluşturur.. Gözlediğim odur ki; Toplum, bireylerin yaşam ve tercih haklarını umursamadan bireye nasıl biri olacağını dayatarak kabul ettirmeye çalışıyor. Birey ise bu şartlar altında kendisine yüklenen görevlerin ağırlığını taşıyarak, var olmaya aslında ne olduğunu anlamaya çalışır.
Ben'de John Locke'un iddiasını önemsiyorum..
ingiliz deneyci filozof John Locke insanın Tabula Rasa “boş levha” olarak dünyaya geldiğini öne sürerek bir akım üretti ve ona karşı oluşan karşı tezlerle tüm bilim dallarına müthiş bir kapı açtı..
Locke’a göre insan beyni doğuştan boş bir levhadır ,bembeyaz boş bir tablo düşünün.. Ve tüm bilgilerimiz yaşayarak elde edilen deneyimlerle bu beyaz tablo giderek ilerledikçe her çeşit kirliliğe bürünüyor Evet bana göre de insan bembeyazdır doğduğunda Bu Tabula Rasa'dır. Bu enteresan filozof "insan bütün bilgilerini deneyimleriyle elde eder, çünkü insan doğuştan hiçbir bilgi ve doğru taşımaz, diyerek bombayı ortaya bırakmıştır. Şimdi düşünüyorum, çevreme bakıyorum izlediğim onca insan...iyisi kötüsü başarılısı başarısızı...hemen hepsi istedikleri yerde değil ..Ben de değilim!. Ve hepimiz gelirken geçtiğimiz farklı yolların bizi biçimlendirdiği getirdiği yer. Nice zeki arkadaşlarım oldu ama yaşam şartları çevre ,siyaset,çalışma koşulları onları öyle biçimlendirdi ki KADER DEDİKLERİ BU OLSA GEREK..
Fakat alışılagelmişin dışına çıkan kişiler kendi doğru bildikleri yoldan gitmeye çalıştıkları zaman ise doğrudan toplum tarafından tehdit haline gelirler. Çoğunluğun benimsediğini zorla seveceksiniz.
Örneğin Bandırmada doğduysanız Bandırmaspor'lusunuz sıkıysa yakın çevrenizde Balıkesirspor'u da seviyorum diyin. Doğduğunuz yer neresiyse oranın dinine zorunlu inanırsınız. O dini benimsemeseniz de sessiz kalırsanız sorun olmaz, belli ritüelleri yapmasanız da sadece üzüntü ile karşılanıp acıma hissi uyandırırsınız ama aynı kişi kendisinin o dine ait olmadığını açıkça dile getirdiği zaman toplum tarafından dışlanmanın dışında yaşam hakkınız sorgulanır hale gelir.
Demem o ki; yarım yamalak dindar gözükmektense ve o dine zarar vermektense açıkça o dine ait olmadığını insanların dile getirmesi ve toplumun bunu kabul etmesi hem toplum için hem de bireyler için en sağlıklı ve dürüst olanıdır. Yaşadığımız toplum bunu hazmetmeli. Ama görüyorum ki bu olanaksız. Oysa!
Baskı altında şekillenip ve bu atmosferden kurtulamayıp riyakar bir şekilde yaşamaktansa, açıkça kendi benliğini ortaya koyup yaşamak en doğrusudur.
Tabula Rasa'nıza zorla kaydettirilenlere direnmek varoluşunuzun kanıtıdır.
Tek millet, tek din, tek ideoloji ve daha nice tek tekler yüzünden bir toplum açık hapishaneler içindeyiz.
İnsanlık tarihinde şimdiye dek, medeniyet tek bir milletin malı olmamıştır. Medeniyet bir nehir gibi; kâh doğudan batıya, kâh batıdan doğuya, kuzeyden güneye vesaire yönünü değiştirip akmaya devam etmiştir ve edecektir.
Her milletten ,her coğrafyadan insanlar bu nehrin kaynağını beslemiştir, kesmeye kurutmaya çalışanlarda olmuştur olacaktır
Bir belgeselde Hindistan'ın bir köyünde Müslüman ve Hindu köylüler iç içe yaşayıp kimse kimsenin inancına karşı en ufak bir saygısızlık etmediğine şahit oldum.
Komün yaşayan toplumlar kendilerini dünyanın en hakikatli ve güçlü toplumu olarak görürler dünya gerçekleriyle yüzleşmek de dertleri değildir. Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi.
Kimsenin kimseyi giyim kuşam, inanç inançsızlık, renk, ırk ve ideolojisinden dolayı ötekileştirmediği , kucaklayabildiği; güçlünün olmadık bahanelerle güçsüzleri ezmediği bir dünya güzel olsa gerek..
16-06-2022