Siyah Korku -Öykü-

SİYAH KORKU

Unutulmuşluğun çaresizliği içinde gözlerime bakıyordu. Kaçamak, küçük masum bakışlar üzerimde, güneşin ayazında kavrulmuş yanık tenimde dolaşıyordu.

İçimin ürperdiğini hissettim. “Neden?” diye sormak istedim ama cesaret edemedim. Bakışlarını üzerimde gezdirmesi yanımda oturan Aliye teyzemin de dikkatini çekmişti. Aliye teyze, “korkma kızım, yanında ben varım” der gibi yılların yıpranmışlığını üzerinde taşıyan kırış kırış olmuş, kınalı eliyle elimi sıkıca tuttu. Neden sonra Aliye teyze, “ oğlum, sana zahmet ama bana su alır mısın şu karşıki büfeden? Bu sıcağın altında dilim damağım kurudu. Al şu bir lirayı da…” diyerek beni, içimi ve bir o kadar da kendi içini ürperten bakışlardan kurtarmak istedi. Kara gözlerini üzerimden bir an bile ayırmadan, bağdaş kurarak oturmuş olduğu yıkık duvarın üstünden zıplayarak bir hamlede yanımıza geldi esmer tendeki simsiyah gözler. Kara kuru bir delikanlıydı. Elleri çalışmaktan olsa gerek toz toprak içindeydi. Aliye teyzeme baktı siyah gözler. Kıvırcık, kahverengi saçlarının arasından ter damlaları süzülürken yanakları kızardı belli belirsiz.

Belli, sıkıntılar yakasını bırakmamıştı. Belki kimsesizlik, belki de geçim derdi. Ne zor şeydi bu hayatta yapayalnız kalmak. Dayanacak kimsesinin olmaması.

“Ana, bugün ne yemek yaptın?”

“ Akşama babam saat kaçta gelecek?”

“ Abi bana okuldan gelirken sakız alır mısın?”

Sorular sahipsizdi. Sorular hiç sorulmamıştı belki de…

Sabah ezanı ile amele pazarında bekleyip sıranın kendine gelmesini beklemiş, beklenen sıra gelmemişti bir türlü. Eve ekmek parası götürememişti. Hasta yatağında ilaç bekleyen anası gözü yollarda kalmıştı. Eve gitmektense sokakta beklemek, başıboş dolaşmak, belki bir nasip bize de düşer mi diye beklemek siyah gözler için daha iyiydi. Derdi ekmek parası kazanmaktı belki de…

Utanmıştı zahir. Hiçbir şey söylemeden Aliye teyzemin uzattığı 1 lirayı aldı ve yanımızdan uzaklaştı.

“ Aliye teyze, gidelim mi?” diye sordum usulca. Gitmek istedim buradan. Siyah gözlerin sahibi beni korkutmuştu. Korkmak, bana göre değildi ama beni tedirgin eden bakışlar vardı. Anlamını bilmediğim nedenler!

“ Evde annem bekler, vakit de geç oldu hani. Ben sana alırım yoldaki büfeden bir şişe su. “ diye Aliye teyzemin cevabını beklemeden ısrar ettim gitmek için.

“ Olmaz öyle şey, çocuğa iş buyurduk, beklemek gerek kızım” diye cevap verdi teyzem. Kınalı elleri hala ellerimdeydi. Sımsıkı tutmuş bırakmamıştı. O da tedirgin olmuştu besbelli. Korku, içimizden atamadığımız duygu.

Küçük büyük demeden kişiyi esir alan,

“Şimdi gelir. Gelsin, gideriz hemen. Tasalanma sen.”

“Caddenin karşısına geçeli epey oldu teyzem. Verdiğin de bir lira, alıp kaçsa hani diyeceğim, kaçtığına değecek bir para değil.”

“ Bak şimdi, ben de meraklandım kızım. Bana yardım et de arkasından yetişelim bakalım. Çocuğa bir şey olmasın bizim yüzümüzden. Bana şu bastonumu ver de, gir koluma.” der demez toparlanmaya başladım. Çitlediğimiz çekirdek kabuklarını bir poşete doldurdum ve bankın az ilerisinde bulunan çöp kutusuna atmak için kalktığımda siyah gözleri üzerimde hissettim. Bakışlarım hislerimi doğrulamak üzere çevrede dolaşmaya başladı. Uzak, yakın… Mesafeler gözlerimden içeri süzüldü. Güneş gökyüzünden bize bakıyor. Bakışlarım donuklaşıyor. Göremiyorum.

Gözlerimi açtığımda iki siyah göz, bana doğru eğilmiş, elinndeki su şişesinden sıcaktan kavrulmuş, susuz kalmış dudaklarıma bir damla su veriyordu.

Utandırmadan, ürkek bir ses ile “ merhaba” dedim.

19-04-2020/DERYA BALCI/ERDEK