Şu Namus Dedikleri..Şu Erkeklik Dedikleri

ŞU NAMUS DEDİKLERİ, ŞU ERKEKLİK DEDİKLERİ, ERKEK SÖZÜ DEDİKLERİ, SÖZ NAMUSTUR DEDİKLERİ…

Dünyada uygarlığın başladığı başlıca birkaç bölgeden biri olan ülkemizde her yıl yüzlerce kadın en yakınlarınca öldürülmekte, katilleri ise kör cahil çevrelerince “Helal olsun, erkek adammış! Namusunu temizledi.” övgüleriyle alkışlanmaktadır.

Kadınları öldüren erkeklerin savunmalarında öne sürdükleri başlıca nedenler: Kadının evlilik talebini reddetmesi, arkadaşlık isteğini kabul etmemesi, boşanmak istemesi, kendisinin aldatıldığından kuşkulanması ve bu kuşkulardan kaynaklı kuruntular; kadının geçim darlığı nedeniyle bir işte çalışmak istemesi ve benzeri iddialardır.

Öldürülen kadınların katilleri her zaman erkekleri değil, bazen de babaları, erkek kardeşleridir. Böylesi katiller de cinayeti “ailenin namusunu temizlemek” için işlediklerini söyleyerek savunurlar kendilerini. Ve elbet hepsi de ellerini namuslarını temizlemek için kana bulamışlardır. Kendileri masumdurlar; tümü suçsuzdur, erkektir(!).

Eee, bu katiller suçsuzdu da kimi savcı ve yargıçlar taş yürekli mi? Gelsin hafifletici sebepler, gelsin ağır tahrikler, gelsin ceza indirimleri… Ölen kadınlar, kızlar için yapılacak bir şey kalmamıştır; katil erkekler ise cühelanın gözünde ailenin namusunu kanla temizlemiş “kahraman(!)” olmuşlardır…

Keşke öldürülmeden önce dinleyebilseydik kız kardeşlerimizi, kadın kardeşlerimizi, kadınlarımızı…

Dinleyebilseydik:

“Ben, zorla kaçırılıp evlenmek zorunda kalmıştım; gönlüm başkasındaydı oysa ve bunu herkes biliyordu. Gönlümün başkasında olduğunu bildiği halde zorla kaçırdı beni. Şimdi de gece gündüz hesap soruyor o herifi neden sevdin diye…”

Ya da:

“Beni hep elindeki herhangi bir eşya gibi görüp kullanıyor; artık dayanamıyorum.”

Ya da:

“Bir hizmetçiden, bir seks makinesi olmaktan, günde üç öğün dayak yemekten, aşağılanmaktan bıktım usandım. Gün geldi, kaçmaktan, boşanmaktan başka bir çözüm düşünemez oldum. Yerimde siz olsanız ne yapardınız?”

Ya da:

“Anne, baba, ağabey, beni o pisliğin yanına dönmek zorunda bırakırsanız kendimi öldürmek zorunda kalırım. Onunla bir gün daha yaşamaktansa ölmeye razıyım. İsterseniz siz öldürün beni, bana iyilik etmiş olursunuz.”

Ya da:

“Bakın sayın bay, dedim kendisine, evlenme teklifinize teşekkür ederim; ama ben herhangi biriyle evlenecek bir insan değilim. Evleneceğim insanı önce yeterince tanımalıyım. Kişi olarak iyi, aklı başında, kültürlü, temiz, terbiyeli, çalışkan, anlayışlı, yardım sever, herkese karşı saygılı, aydın, kötü alışkanlıkları olmayan ve beğendiğim biri olmalı. Kadını pazar yerinde veya markette görülüp parayla satın alınacak bir eşya olarak görmemeli. Sizi hiç tanımıyorum. lütfen beni zorlamayın. Tanıdıklarınız arasında araştırıp anlaşabileceğiniz biriyle deneyin şansızını… ”

Ya da:

“Gündüzlerin bitip akşam eve dönüş saatinin gelmesinden korkar oldum. İlk zamanlar günün bitip eşimin eve dönmesini beklerdim. Ayak seslerini duyar duymaz kapıyı çalmasını beklemeden açıp boynuna sarılırdım. o anda güneş sanki evimizin içinde doğardı. Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, akşam olup adamın eve gelmesinden korkar oldum. Onun eve gelmesiyle gece değil, cehennem faslı başlıyor sanki. Nereden buluyor bu kadar aşağılayıcı sözü, küfrü, hakareti bilmiyorum. Artık dayanacak gücüm kalmadı. Bu cehennemden çıkışın bir yolu olmalı.”gibi çaresizce yakınmalarını, “imdat, can kurtaran yok mu” çığlıklarını duyardık.

Yazık ki, kültürümüz bu konuda insanlarımıza çok yanlış davranışları, çarpık değerleri ahlak diye dayatıyor, kadınlarımızı erkekliği yanlış anlamış kişilik sorunlu kimselerin kara cehaletlerine düpedüz peşkeş çekiyor. Oysa dünyanın çok büyük bir bölümü, erkeği salt erkek olduğu için üstün, kadını ise salt dişi olduğu için değersiz, aşağılık görmenin çirkinliğini, iğrençliğini çoktan fark etmiş, anlamış, aşmış bulunuyor. İnsanlık, kadını erkeğin yatağında kullanımlık bir eşya olarak görmenin ne kadar yanlış, ne kadar aşağılayıcı, ne kadar çirkin, küçültücü bir anlayış olduğunu nihayet anlamış bulunuyor.

Ve insanlık artık anlamış, öğrenmiş bulunuyor ki, kadınları bir mal gibi görmek, bir seks aracı gibi görmek asla namuslu olmak, erkek olmak, ahlaklı olmak değildir. İnsanlık artık anlamış ve öğrenmiş bulunuyor ki, hayat, ancak bir erkekle bir dişinin üremek, türün soyunu sürdürmek için hayatlarını karşılıklı sevgi ve saygıyla birleştirmelerini, bu birleşmenin ürünü olacak çocuklarını besleyip büyütmek için erkeğin ve dişinin birlik ve dayanışmayla, karşılıklı sevgi ve saygıyla, karşılıklı dürüstlük ve sadakatle çalışmalarını gerektiriyor. Ve insanlık artık fark etmiş ve anlamış bulunuyor ki insan soyunun sürdürülmesinde kadının emeği ve katkısı erkeğin emeğini ve katkısını kıyaslanması imkansız ölçüde aşıyor. Bir çok erkeğin bu gerçeği görmezden gelerek aileyi sırtında taşıdığı iddiaları hiç de dinlenilecek, onaylanacak sözler değildir.

İnsanlık artık insan denilen canlı türünün bireylerini cinsiyetlerine, ırklarına dillerine, dinlerine, servetlerine göre değil, davranışlarının adilliğine göre, aydınlıklarına göre, terbiyelerine göre, dürüstlüklerine göre, liyakatlerine göre, kısacası erdemlerine göre değerlendiriyor.

İnsanlık artık bir konuda söz veren kişinin erkek ya da kadın olup olmadığına değil, verilen sözün tutulup tutulmadığına bakıyor. “Erkek sözü (!)” verenler, kadınların verdikleri sözlerde durmadıkları iddiasında bulunanlar insanlığın en karanlık çağlarında yaşamakta olduklarını itiraf etmektedirler. Böylesi “erkekler”, başta kendi annelerinin, eşlerinin, kız kardeşlerinin, kızlarının, kız torunlarının da erkek olmadıklarını, böylece sözünde durmaz varlıklar olduklarını iddia etmekle ne aşağılık duruma düştüklerinin farkına bile varmıyorlar.

Birlikte yaşamak, üremek, yaşam savaşımının zorluklarını birlikte göğüslemek için kurulur aile. Eşler, üremenin gerektirdiği işleri güçlerince ve yalnızca birlikte gerçekleştirme sözünü vermişlerdir ve söz, namustur gerçekten. Bu sözde durmak, kadının ve erkeğin kutsal görevleridir. Bu görevler salt seksten ibaret değildir.

Aile birliğinin korunması ve sürdürülmesi için her iki eşe düşen görevlerin eksiksizce yerine getirilmesi gerekir. Eğer eşlerden biri kendisine düşen görevlerin gereğinden kaçınır, bütün yükü eşinin sırtına yüklerse, kaytaran verdiği sözden dönmüş demektir. Her insanın yalnızca bir bedeni vardır ve o beden yalnızca kendi payına düşen yükü taşıyabilir. Eşlerden biri kendine düşen görevi hiç bir ciddi özrü olmaksızın yerine getirmekten kaçınır ve uyarılara rağmen kaytarmasını sürdürürse, aile birliğini sürdürmek için elinden geleni yapmakta olan eşin gücü bir süre sonra tükenir ve merhamet uçurtmasının ipi günden güne incelir, sonunda kopar. Bu durumda en sağlıklı çözüm, evliliğe, birlikteliğe son vermektir. Sonucun sorumlusu, evliliği sürdürmenin gereklerinden kaçınandadır. Sonucu namussuzlukla açıklamak gerekirse, bu sıfat, birlikteliğe son vermek isteyene değil, sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınana yakışır. Gelin görün ki bizim kimi “ERKEKLERİMİZ(!)” her anlamda aç bıraktıkları kadınlarını sonuçtan düpedüz sorumlu oldukları halde, onları öldürerek “namuslarını” kanla temizlemektedirler(!) …

“Söz namustur!” denilir. Bu söz, gerçekten doğru ve etkileyici bir beyandır. Çünkü toplum, gerçekten hak ve adalet temelleri üzerinde oturan sosyal bir varlıktır ve ancak topluma ve eşlere, kişilere verilen sözlerin tutulmasıyla ayakta durabilir. Kanla namus temizlemek, bazı erkeklerin kendi acizliklerini örtbas etmek için eşlerini, sevgililerini, kızlarını ve kardeşlerini katletmelerinden başka bir şey değildir.

Benzer zaaflarla malül kimi erkekler de katilleri güya alkışlayarak kendilerini rahatlatmaya çalışırlar.

En iyisi, erkek ve kadınların evliliği, birlikteliği tarafların karşılıklı sevgi, saygı ve rızalarıyla gerçekleştirmeleri, birlikteliği, güçleri yettikçe sürdürmeleri, taraflardan birinin gücünün tükenmesi halinde birbirlerine saygılarını koruyarak ayrılmalarıdır.

En doğrusu, birlikteliği sonlandırmak isteyen eşe, sevgiliye karşı öldürülmeyi reva gören böyle aşkları, böyle namus anlayışlarını, böyle erkek sözlerini(!) süpürüp çöpe atmaktır. Doğrusu, eşlerin evlenirken yüklendikleri eşlik görevlerini erkek ve kadınların yapamamaları halinde çözümü cinayette aramak yerine, boşanıp, ayrılıp mağduru rahat bırakmalarıdır.

sözün özü şu ki, gönül rızasıyla kurulan evlilikte, birliktelikte namus, üreme ve ortak yaşama savaşında kadının ve erkeğin üstlerine düşen görevleri hakkıyla yapmaları, dürüst ve gayretli olmalarıdır. Eşlerden birinin yükü ötekinin üstüne bırakıp kendi sorumluluklarından ve dayanışmadan kaçınması, verdiği sözden kaçmayı alışkanlık haline getirmesi “SÖZ NAMUSTUR” ilkesine tümüyle aykırıdır ve açıkçası NAMUSSUZLUKTUR. Kadınların ve erkeklerin makul bir engeli, özrü bulunmadıkça birbirlerini aç bırakma hakları yoktur ve hiç kimsenin özürlü bir eşi zorlama hakkı da yoktur.

Sözün doğrusu şudur ki KADIN İÇİN DE, ERKEK İÇİN DE, SÖZ NAMUSTUR. HER İKİSİ İÇİN DE NAMUS, CİNSEL DOYUMU DA SOFRADA DOYUMU DA BİRBİRİNDE ARAMAKTIR. TARAFLAR ARASINDA ONARILAMAZ BİR UYUMSUZLUK DOĞMUŞSA NAMUSLUCA ÇÖZÜM BİRBİRLERİNİN MUTLULUĞU ARAMA YOLUNDAN ÇEKİLMEK, BARIŞ İÇİNDE BOŞANMAK, AYRILMAKTIR…

01- 10-2024/ Av.Remzi Kısa