27 Mayıs 1960 'dan 27 Mayıs 2019'a

“Ordunun politikaya karışmasını istemiyoruz.

Ordu ile iktidara gelmek istemiyoruz. Bir baskı idaresini millet kuvvetiyle yıkmak için mücadele ediyoruz.” (İsmet İnönü 7 Mayıs 1960)
Lütfen yukarıdaki sözleri sindire sindire bir kez daha okuyun. Kurtuluş Savaşının muzaffer komutanı, Lozan Barış antlaşmasında her türlü baskıya direnen, 2. Dünya savaşında çocukları aç bırakan ama babasız bırakmayan İsmet İnönü’nün sözlerini bir kez daha okuyunuz ki 27 Mayıs’a nasıl geldiğimizi sağlıklı olarak değerlendirebilelim.
Özellikle yeni nesil tarihçiler ve politikacılar sebep oldukları her olumsuzluğu CHP’ye yıkmayı bir strateji haline getirdikleri için yukardaki satırlar çok önemli. Oysaki 1957 seçimleri sonrası Genelkurmay başkanı ve bütün komutanlar İnönü’ye gider ve “Paşam izin verin seçimleri iptal edelim, sizi cumhurbaşkanı yapalım derler.” İnönü kendisinden beklenen yanıtı verir. “Hayır, hiçbir şey yapmayacaksınız. Kışlanıza geri döneceksiniz ve işinize bakacaksınız” der. “Halkın iradesini saygı göstereceksiniz der. Ve paşalar geri döner. Demokrasi tarihinde “yolsuzluk, hırsızlık yapılan ilk seçim 1957” seçimidir. Sonrası 2002’ den sonra saymakla bitmez. 
Bugün özellikle iktidar ve yandaşları 27 Mayıs’ı yerden yere vuracaklar. Darbe diyecekler. Milli iradenin gaspı diyecekler. Daha pek çok şey söyleyecekler. Ama hiç biri o günlere nasıl gelindiğinden söz etmeyecek. 59 yıl sonra AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’un anlamsız “bir şeyler oldu ama ne olduğunu bilmiyoruz” sözü o günler için “bir şeyler olacağı belliydi ama ne olacağı belli değildi” diye söylenebilir. 
Nasıl mı? Devletin kurucularından ikinci adam İsmet İnönü, miting yapmak istediği şehirlere sokulmuyor, taşlanıyor, meclisten men edilmek isteniyor ve hakkında Tahkikat Komisyonu kuruluyor. İnönü ve muhalefete karşı “kin ve nifak tohumları yuvasına benzetilip “ Vatan Cephesi” kuruluyor. (Bugün de muhalefetin ittifakını “zillet” ittifakı tanımı yapılması tuhaf gelmiyor mu?).  Darbeyi hazırlayan sebep tabi ki tek başına bu değil. Halk büyük bir ekonomik sıkıntı içerisinde, üniversiteler ve bütün muhalifler susturulmuş bir halde baskı rejimi her geçen gün artarak devam ediyor. Menderes ve Bayar bu baskıyı arttırmak için 18 Nisan 1960’da CHP’yi kapatmak, Muhalifleri susturmak için 18 Nisan 1960 tarihinden 15 DP milletvekilinde kurulan Tahkikat komisyonu 19 Nisan’da
1.    Bütün Siyasi faaliyetleri,
2.    Komisyonla ilgili bütün yayınları,
3.    Meclisteki Tahkikat görüşmelerinin yayınını yasakladı.
Bütün bunlar olurken Adnan Menderes İstanbul Üniversitesinden Prof. Ali Fuat Başgil’i Ankara’ya çağırarak “ne yapılabileceğini sordu. Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu ve Atın Benderlioğlu’yla görüşen Prof. Başgil “ Gençliğe karşı sert önlemlere başvurulmaması gerektiğini kurulan Tahkikat komisyonunun yasalara aykırı olduğunu” söyledi. Bunun üzerine eski bir İttihat ve Terakki üyesi olan Celal Bayar “Tenkit zamanı çoktan geçmiştir. Şimdi tahrikçileri tenkil zamanıdır” diyerek tarihi fırsatı elinin tersiyle itmiştir. 
Bu süreçte hükümete yapılan bütün iyi niyetli uyarılar göz ardı edilmiş, uyarıyı yapanlar tahkikata maruz bırakılmıştır. 
27 Mayıs Devrimi konusunda pek çok kitap yazıldı. Röportajlar yapıldı. Raporlar hazırlandı. Burada darbeyi tahlil edecek değilim. Ama bir cümleyi yazmadan geçemeyeceğim. 1923 cumhuriyetin ilanı ile bağımsızlığın ve özgürlüğün havasını koklamış Türk genci bir daha emperyalizmin ve baskının karşısında kolay kolay boyun eğdirilemeyeceğini haykırıyor, iktidardakiler de olabildiğine emperyalizmin sularına yelken açıyordu. Nato üyeliği ve Kore’ye asker gönderilmesi bunun somut örneğidir.
27 Mayıs emperyalizme karşı yapılmış bir darbedir. Sonrasında yapılan anayasa o dönem dünyanın ve bugün bile Türkiye’nin en özgürlükçü anayasasıdır. Ülkeyi demokratik bir çizgiye oturmak için güçler dengesini ve ayrılığını oturtmuş Anayasa Mahkemesi ile siyasi iktidarı keyfilikten uzaklaştırmayı amaçlamıştır. O yüzden 27 Mayıs yıllarca “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlanmıştır.
Sonraki darbelerin tümü 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri Amerikan destekli darbelerdir. Sonuçlarına bakıldığın da tek bir hedefleri vardır. 27 Mayıs Anayasasının getirmiş olduğu özgürlükçü anayasayı ortadan kaldırmak. Nitekim Süleyman Demirel başta olmak üzere pek çok muhafazakar 27 Mayıs Anayasasını “Bu milletin üstüne bol gelen bir elbiseye” benzetip sermayenin lehine yasal düzenlemelere gitmişler anayasanın içini boşaltmışlardır. 12 Eylül 1980 darbesi tamamen yok etmiş ülke tekrar bir baskı rejimine doğru yol almıştır. 28 Şubat gölgesinde iktidar olan AKP için de değişen bir şey yoktur.
Bu gün AKP iktidarının yarattığı içi boş kurumlar (YSK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay başta olmak üzere daha pek çok kurum ve kuruluş geçmiş dönemden kalan baskı rejimi özlemidir.
Bunun örnekleri olarak Ergnekon, Balyoz, Kumpas, Arınç’a suikast girişimi iddialarıyla orduya kumpas kurulmuş, bununla bütün sivil muhalefete gözdağı verilmiştir. 
Bugün yine muhalif genel başkanlar linç edilmeye çalışılmakta, gazeteciler dövülmekte, seçmen iradesi yok sayılmakta, YSK adaylara ve seçmene tuzak kurmaktadır. YSK’nın seçime girmesinde sakınca bulmadığı adaylar seçimi galip bitirince mazbataları verilmemekte, ortada hiçbir somut hukuksuzluk yokken seçimler iptal edilebilmektedir. 
Lafı uzatmaya gerek yok.
Muhafazakar partiler ve cemaatler yıllardır bu dünyayı bırakıp cennet vaadi ile bu halkı kandırmaktadır. Yıllardır himaye gören Sümüklü Fetö kendi cemaatindeki herkesin cennetlik olduğunu söylüyordu. Ak Partiye oy vermenin cennetin kapılarını açacağı söyleniyor. AKP genel başkanı Hz. Muhammed’le kıyaslanıyor. Cübbeli Cübbesiz Ahmetler cennetin kapısının kendilerinde olduğunu söylemeye devam ediyor. Ama unutulmaması gereken bir şey var. 
1950’lerde Said-i Nursi’nin sakalını sıvazlayarak ülkeyi kontrol altına alabileceklerin sana kişilerin sonu hüsran oldu. 1970’lerde cemaat önderlerinin peşinde koşan Süleyman Demirel kaybetti. 1980 lerde Nakşi Şeyhleriyle poz veren Turgut Özal ülkede hırsızlığı ve yolsuzluğu yaygınlaştırdı. 2000’lerde Sümüklü Fetö’nün tasından çorba içmek için sıraya girenler ülkeyi 15 Temmuz felaketine sürüklediler. Sonrasında yaşadıklarımız ortada. 
Bunca tekerrüre, bunca acıya rağmen ne ders alabildik, ne de bir arpa boyu yol. 
Ama şunu çok iyi biliyoruz  #herşeyçokgüzelolacak.
 İlke olarak şunu söylemek zorundayım.

HER TÜRLÜ DARBENİN KARŞISINDAYIM.

CEVDET AYAN - BANDIRMA 27-05-2019