PEKER, İDDİALAR, MUHALEFET, SAVCILAR VE AVUKATLAR
Hiçbir şey gizli kalmaz. Tarihe dönüp baktığımızda bunun onlarca örneğini görürüz. Bu durum özel ilişkilerden tutun kamusal alandaki ilişkilere kadar böyledir. Böylesi durumları özetleyen güzel atasözleri ve deyimlerimizde vardır. İki tanesini burada paylaşmak istiyorum. “Bıldır yediğin hurmalar günü gelir kıçını tırmalar” der eskiler. Bir diğeri biraz daha argo içeriyor ama yaşadıklarımızdan sonra hafif kalıyor. Yine halk arasında “ Gizli boğaya gelen aleni doğurur” denir.
Aslında bu iki sözle durum özetleniyor. Bundan sonrası sadece ayrıntı ve beklenti. Devlet-Mafya-Ticaret ve Tarikat dörtlüsünün ilk olarak ortaya çıkışı Susurluk Kazasıyladır. Kaza sonucu etrafa yayılan pislikleri bugün ellili yaş ve üstünde olanlar iyi hatırlar. Türkiye o kaza ile tarihsel bir fırsat yakalamıştı. Halk “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemiyle sürece dahil olup baskı uygulamıştı. Ne yazık ki sonraki süreçte Televole, Biri Bizi Gözetliyor, Gelin Kaynana gibi saçma sapan ve egemen güçlerce büyük destek verilen programlarla halk hızla süreçten uzaklaştırıldı. Devleti saran karanlık güçlerde bu süreci Meclisten ve Kamuoyunun gündeminden hızla düşürüp unutturdu. Bu karanlık yapının üstüne gitmesi gereken dönemin DYP Genel Başkanı “Benim için devlet adına kurşun atanda, devlet için kurşun yiyende şereflidir” diyerek illegal yapıdaki suç örgütlerine üstü örtülü destek verdi. Devleti yönetenlerin illegal yapılarla mücadele etmesi gerekirken nasıl iç içe olduğunu gösteren en somut örnek yakın tarihte Alaaddin Çakıcı için çıkarılan infaz yasasıdır. Bu yasayla serbest kalan Alaaddin Çakıcı’nın ilk icraatı Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na gözdağı vermek oldu. Sonra ne oldu? Kocaman bir HİÇ.
Burada sizlere yapılanmayı ve ilişkileri anlatacak değilim. Zaten bilmiyorum. Hep birlikte öğreniyoruz. Hoş pek çok konuyu daha önceleri defalarca kamuoyu önünde duymuştuk ama hiç birisi bu kadar ete kemiğe bürünmemişti. Bu süreç nasıl biter? Açıkçası ben çok iyimser değilim. Orta halli vatandaş olarak aklımızın almayacağı paralar ve ilişkiler var. Bu para ve ilişkiler düğümünün çözülmesini siyasal iktidardan beklemek en hafif deyimle saflık olur. Son dönemde ortaya atılan iddialara bakılırsa olay bir mafya çatışmasına evrilmeye çalışılıyor. Bu da kirli ilişkilere bir şekilde bulaşmış günümüzün “ itibarlı kişilerini” aklayacaktır.
Dokuz haftadır paylaşılan videolar sonrası bir tane kamu görevlisinin istifa etmemesi, soruşturmanın selameti açısından açığa alınmaması, meclisin suskun kalması da siyasi iradenin bu düğümü çözmeye niyetli olmadığını gösterir. İçişleri Bakanı açısından sorunun tek çözümü Sedat Peker’in yakalanmasıdır. Söylediklerinin hiçbir önemi yoktur.
Dokuz hafta sonunda Türkiye’de Adalet Bakanlığının olup olmadığından şüphe eder oldum. Bilal Erdoğan başta olmak üzere siyasi erk sahibi herhangi birine
yapılan bir eleştiri sonrası harekete geçen bakanlık adeta körler ve sağırları oynuyor. Bakanlığa bağlı “Cumhuriyet” Savcılarının ise esamesi okunmuyor. Hoş bir kamu görevlisi olan Savcıların içinde olduğu yüksek yargı organlarındaki bazı kişiler için ortaya atılan iddialardan sonra vicdanın sesini duymak çok mümkün değil. Bir dönemler vicdan komadaydı. Şimdi sizlere ömür.
Yargının bir diğeri olan avukatlar, barolar….
Türkiye’de 28 Ağustos 2020 itibariyle avukat sayısı 137 bin 178. Yani ortalama 600 kişiye bir avukat. 500 kişiye ise bir doktor. Bu kısa istatistiki bilgiden sonra öze gelelim. Yargının olmazsa olmaz ayaklarından biri olan Avukatlar, Türkiye’de hukukun egemenliği ve demokrasi adına ne yapıyorlar? Daha 1-2 yıl öncesine kadar tarım politikalarından tut her şeyi eleştiren Barolar Birliği Başkanı bir anda düzen adamı oluverdi. Yine başta büyükşehir baro başkanları olmak üzere, özellikle batı bölgelerindeki, hukukçular yaşanılan hukuksuzluğa karşı adeta kör ve sağır haldeler. İnsan hakları ve demokrasi konusunda konuşan baro ise Diyarbakır. Onlarında önceliği farklı. 137 bin avukat içerisinde yaşanılan, ortaya saçılan iddialar karşısında yasal yollara başvuracak kaç avukat var acaba? Bildiğim kadarıyla avukatlık mesleği hukukun adil işletilmesi adına iş görür. Oysa istisnasız olarak bütün avukatların en büyük gelir kaynağı ve işleri icra dosyaları. Bunda bile adil değiller. Bir bankaya borcu olan vatandaş için şahin kesilen avukatlar, tersi durumdaki bir dosya için adeta güvercine dönüşmekte. Örneğin bir tane avukat Yıldırım Demirören için kamu zararı dolayısıyla ve /veya farklı bir iddia ile suç duyurunda bulunabilir mi? Yasaların dolambaçlı yollarını iyi bilen meslek grubu iyi niyet ölçülerini ve vicdanı bir kenara bırakıp sermaye sınıfının çıkarlarını hizmet etmekte. Bugün büyük bir kısmı lüks içinde yaşayan lüks arabalara binen avukatların en büyük gelir kaybı sizce nedir? Hukukun tesis edilmesi için mücadele etmeleriyle mi kazanıyorlar? Bütün mesele ”sürümden kazanmak” haline geldi.
Uzatmak mümkün. Türkiye uzun zamandan bu yana hızla yozlaşmakta ve çürümekte. Bu çürüme sadece devlet organları ile sınırlı kalmamakta. Sözde hukuk adına görev yapan kamu ve özel herkesi içine almış bir halde. Medyayı hiç konuşmuyorum bile. Bu kadar kirlenmiş bir toplum maalesef geçmişi karanlık işlere bulaşmış Sedat PEKER’in açıklamalarına kilitlenmiş bir halde. Hadi savcılar sor(a)mıyor, bir tane avukat çıkıpta “ya Sedat Peker hangi sıfatla Suriye’ye silah götürdü. Bu silahları nereden ve nasıl aldı, MİT, Emniyet nerdeydi?” diye soramıyor.
Yazık bize. Hem de çok yazık.
Not: Yazıyı bitirdiğim saatlerde Alaaddin Çakıcı’nın ülkeyi terk etttiği iddiaları gündeme düştü.
15-06-2021- CEVDET AYAN - BANDIRMA