SEÇİM VAR
(Dünya eskiden daha mı yuvarlaktı acaba diye?) düşünür oldum . Çünkü eskiden seçim olmadan çok çok önce, sinyaller alınırdı. Yani seçimin önce ufukta dumanı görünür, sonra bacası , sonra teknesi... Denizin dibinde saklanmış bir denizaltı gibi fırt diye su yüzüne çıkmazdı bu olgu. Seçim, öyle basit bir olay değildir. Uzun hazırlıklar ister, bütçe ister. Brokratik işlemleri vardır. Propoganda hazırlıkları için süreç gerekir... Piyasalar alt üst olur. Bir anda verilen karar gündeme bomba gibi düştü.
( Selden partal kaçırma.) deyimi cuk oturdu durumumuza. Ne oldu da böyle ani karar çıktı? Kimin çıkarı var bu işte? Kim kime çelme takıyor? Ya da kimler panikledi de üniversite sınavları ötelendi bu ani karara yer açıldı , zaman ayarlandı. Siyasi ayak oyunlarıyla uğraşırken kondüsyon tutan siyasiler bu atağı kıvrak bir hamleyle savdılar gibi. En azından durum öyle görünüyor.
Demokrasiyi ayakta tutmak için TBMM de her kesimden temsicinin olması gerektiğine inananlar, parti çıkarlarını bir kenara bırakıp el ele tutuştular. ŞOK...ŞOK.. ŞOK... Yıllardır sabit düşünen kafaların birbirine düşman ettiği partiler, buzları eritmek üzere harekete geçtiler. Huzur isteyen, demokrasi sevdalıları bu karara alkış tuttu. Bu adımı henüz içine sindiremeyenler de var tabii. Toz duman yatışınca neyin nereye ne kadar yakıştığını göreceğiz. Haydi hayırlısı!
Seçme şansımız her zaman olmuyor ne yazik ki. Hiç tanımadığı biriyle evlenip bir odaya davul zurnalarla kapatılmış ne çok insan var ülkemizde. Ana babamızı, komşu ve akrabalarımızı, evlatlarımızı, yaşayacağımız ev, mahalle, şehir ve ülkeyi hatta mesleğimizi kendi irademizle seçemiyoruz. Seçebilen birkaç şanslıdan biri olmak için bayağı bir şanslı olmak gerekiyor. Bu nedenle; pazarda domates, biber, kabak, patıcan seçme hakkımızın tadını nasıl çıkarta çıkarta kullanıyoruz ama! Elleyip , karıştırmadan , üç kuruş için çata çat pazarlık etmeden filemizi doldurmak haram bize. Bir ömür boyu aynı yastığa baş koyacağımız kişiyi başkaları seçmiş olsa da, pazarda sebze meyve seçme hakkımızı söke söke alır, koruruz. Kıyafet alırken de istediğimiz kadar dolaşıp; giyip çıkara, renginden modeline, kalıbından kumaşına, deseninden markasına ince ince bakarız. Uzun uzun düşünür, kılı kırk yararız. Olmadı değiştiririz. Sanki o giysi bizimle sonsuza gidecek. Ne yaman traji komiktir ki; ülkemizin yönetimine talip olan insanları tanımaya bu kadar çalışmıyoruz. Defolarını görmüyor, hatalarını kolayca af edip, başımıza açtıkları belaları kolayca unutuyoruz. Söz verip de yapmadıkları, yapıp da ellerine yüzlerine bulaştırdıklarını önemsemeyip aynı kişileri ödül verir gibi yeniden, yeniden seçiyoruz. Liderimiz, yedi yirmi dört saat, radyo ve televizyon aracılığıyla, ışıklı ısıksız posterlerle; evimizde, işyerimizde, park, gazino, lokanta, hatta toplu taşıma araçlarında yanımızda. Görmesek bile( Eyyy !) diye başlayan cümlelerle dikkatimizi çekip kulağımıza, kulağımıza bağırıyor. Ne kadar görmek, duymak istemesek de onsuz bir yaşam yok bizim için. Bir gece vakti noel baba gibi bacadan evimize girmesi, işten bile değil. O'nu bu kadar sık görmemize rağmen, sesimizi asla duyuramıyoruz. Basın iktidarın tekelinde. Muhalif basın baskı altında. Bir araya gelsek, el ele tutuşsak, hep bir ağızdan bağırsak, yine sonuç alamıyoruz. Tazzikli suyla metrelerce öteye fırlatılmak, biber gazıyla haşlanmak, itilip kakılmak, dayak yemek, tutuklanıp içeri atılmak (fıtratımızda ) var. Açlık grevine girsek, ölümüne aç susuz kalsak duyan olmuyor. Hatta, bir meydanda dikilip hiç hareket etmeden dursak, terörist muamelesi görmek kaderimiz olur. ( Bir de kadro istiyorsunuz, iş bulup çalıştığınıza şükredin, işsizseniz bekleyin, gün ola harman ola aceleniz ne?) Bu ve benzeri cümleleri kanıksadık. Dün, erken seçim vatana ihanetken, bugün Allah' ın emri gibi kapıya dayandı bile. Dolar fırlar, benzine zam yapılır, bir gecede yeni vergiler, yeni yasalar, yeni zamlar gelir. Susar, paşa paşa da öderiz. Algı operasyonlarının maduru olduğumuzun farkında bile değiliz.Vatandaşlık bunu gerektirir. Analar ağlamak için vardır. Gereksiz konuşanın anası ağlar. İşte o kadar.! Ağlarız, ağlarız sonra gözyaşlarımızı siler yine aynı lideri seçeriz. Zaten ikide bir lider değişmez bizde. Bu düşünceler dikte mi yoksa bizim özgün düşüncelerimiz mi?
Bir ulus liderini ne zaman değiştirme gereği duyar? Verdiği sözde durmuyorsa, yapmaya kalktığı işlerin çoğunda başarısızsa, döviz yükseliyor, enflasyon düşmüyorsa, analar ağlıyor, fiyatlar el yakıyorsa . İnsanlar ulusu ayakta tutan kurumlara güvenini kaybettiyse, etik değerler eriyor, yoksulluk ve iş kazaları kader olmaya devam ediyorsa, iç ve dış ilişkiler pamuk ipliğine bağlıysa, hukuk kuralları, yasalar işlemez hale geldiyse değişim şarttır. Ülkemizde durum ne?
Bir de işin diğer yanı var. Bu iktidarın açtığı yarayı onaracak, yaraları saracak, ekonomiyi düze çıkartacak, bizi bu güne getirenlerden hesap soracak alternatif bir iktidar adayı var mıdır? Muhalefet bu alternatifi kendi bünyesinden çıkartabilecek mi? Toplum bu alternatife güvenip yeni bir adım atabilir mi? Seçimde bütün partilere eşit olanaklar sağlanacak mı?Adil seçim olacak mı? Olur ya; iktidar seçimi kaybederse, o seçim iptal edilip yeni bir seçime gidilmeyeceğinin garantisi var mı? Sorular uzayda başıboş dolaşan meteorlar gibi.
Seçim kapıyı çaldı. Eşikte bekliyor. Biz zahmet etmedik ayağımıza geldi. DİKKAT ! DİKKAT! Yine olanları ve olabilecekleri iyi düşünmeden( Ne lüzum var geçmişi kurcalamaya. Ne olduysa oldu. Yeni vaatleri dinleyelim. Olur ya; bakarsın bu defa göl maya tutar!) kafasıyla oy veremeye kalkarsak gençlerimize ve çocuklarımıza bırakacağımız bir mirasımız olmayacak. Pazar alış verişinde gösterdiğimiz titizliğin yarısını da bu konuya ayıralım lütfen!
ULVİYE KARA AKCOŞ -BANDIRMA