Ne Mutlu Türk’üm Diyemeyenlere İnat

Ne Mutlu Türk’üm Diyemeyenlere İnat

‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’

Türk'üm, doğruyum, çalışkanım. İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk'üm diyene!
Neden Türk milletin bir bölümü bugünlerde açıktan ve tam bir inançla Türk’üm demekten imtina ediyor? Milletçe bunun üzerinde düşünmeye, sorgulamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bizi bu noktaya getiren, kendi vatanımızda kendi milletimizden övünmeyi, kendimize güvenmeyi, Türk’üm demeyi geri plana atmaya atan şey nedir?

Çoğunuz hatırlıyordur. Danıştay Sekizinci Dairesi, 2018 yılı içinde “Andımız kaldırılamaz” kararı aldı. Bu ülkenin Millî Eğitim Bakanlığı bu karara itiraz etti. Bunun üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 8. Daire'nin andımız kaldırılamaz kararını bir çırpıda iptal ediverdi. Böylece, onlarca yıldır Türk okullarında okunan ‘Andımız’ artık okullarda okunamaz kararını imza atılmış oldu. Bu iş bu kadar basit olabilir mi? Esasında fiilen 2013 yılından o güne değin andımız okullarda okutulmuyordu. Bu fiili duruma itiraz Türk Eğitim-Sen’den gelmişti. Bunun üzerine, hakikaten kendini Türk hisseden bazı vatandaşlarımız da Türk-Eğitim-Sen’i desteklediler. Bireysel davalar açtılar. Bunun neticesinde Danıştay Sekizinci Dairesi, 2018 yılı içinde “Andımız kaldırılamaz” kararını almayı gerekli görmüştü. Bir anlamda fiili olarak okutulmayan ‘andımız’, tekrar yargının desteğiyle ‘okunur’ hale gelmişti. Ama biraz önce ifade ettiğim üzere, adının başında Türk bulunan Millî Eğitim Bakanlığı, andımız metninin okunmaması gerektiği yönünde bir anlayışa sahip olduğundan, suyu bulandırdı ve metnin okutulması böylece rafa kaldırıldı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun üç üyesinin şerh koyması, metnin okunmasına getirilen yasaklamaya engel olmadı. 

Andımızın yasaklanmasını, okullarda okutulmasına yasak getirilmesini doğru bulmayanlardanım. Türk kültürünün bir parçası olarak gördüğüm, daha ilkokulu adımımızı attığımız ilk günün sabahından itibaren okunan, bir geleneğimiz haline gelen andımızın okunmasının ne zararı var, hakikaten anlamakta güçlük çekiyorum. Andımız örneğinde olduğu üzere, herhangi bir iktidar, kendi siyasal felsefesini veya dünya görüşünü benimseyen yargıçları önemli makamlara atayarak istediği her kararı çıkartabilmesi doğru mudur? 

Bu konuyu, antik Yunan filozofları da, İslam Hukukunun ileri gelenleri de sorgulamışlar, üzerinde tartışma gereğini duymuşlardır. Ekseriyetle, iktidarın talebi doğrultusunda hukuki karar alınması çok yanlış bulunmuyor. Alınan hukuki karara imza atan hukuk adamlarının muktedirlerin emrinde olmaması halinde bu olası bulunuyor. Çünkü hukuk adamı güçlünün değil haklının vicdanı olması halinde hukuka göre en doğru kararı alabilir. Zaten derler ki; bunun bir nişanesi olarak yargı mensuplarının cübbeleri düğmesizdir! 

Buradan hareketle tekrar andımız kararına dönmek istiyorum. Daha doğrusu alınan bu çelişkili yargı kararından ziyade yasak getirilen metnin üzerinde durmak istiyorum. 1933 yılında tek parti döneminin Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip’in sözlerini yazdığı Andımız metnin kimler ve neden rahatsız oluyor konusu beni ilgilendiriyor. Bunu önemli görüyorum. Kimileri Reşit Galip’i Yahudi dönmesi, kimileri ırkçı, bazıları da İslam düşmanı gibi yaftalarla suçlama kolaylığına kaçıyor. Güya onu bu yaftalarla, karalamalarla halkımızın gözünde itibarsız kılmak istiyorlar. Şunu nedense unutuyorlar. Reşit Galip, kurtuluş savaşından çıkmış, imparatorluk enkazından bağımsız bir devlet yaratmış olan bir ulusun evladıydı. O dönemde vatan sevdasıyla tutuşan bütün Türk aydınları, Anadolu coğrafyasında etnik kökeni ne olursa olsun kenetlenmiş bir halk, güçlü ve yekpare bir millet meydana getirmenin gayretiyle hareket ediyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde, 10’uncu Yıl Nutkunda, İstiklal Marşı’nda hep aynı idealler, aynı ülküler, aynı heyecanlar vardı. Andımız bu ortak idealin, ülkünün ve heyecanın ürünüydü.

Allah aşkına soruyorum; adı milli olan bir bakanlık böylesine güzel yazılmış bir metne nasıl ve neden karşı çıkabilir? Metne bakın, içinde geçen ifadelere bakın lütfen:

Türk'üm, doğruyum, çalışkanım. İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk'üm diyene! 

Şimdi ben de soruyorum size. Bu sözlerin hangisi rahatsız ediyor sizi? Türk’üm demek mi, doğru ve çalışkan olmak mı? Yükselmek, ileri gitmek mi, varlığımızı Türk varlığına armağan etmek mi, Atatürk sevgisi mi? Söyleyin hangisi? 

Türk’üm demenin sıkıntı yarattığı bu ortamda, sözde din adına biri ortaya çıkıyor, Cumhuriyetin maaşlı imamı olmasına bakmadan halifelik özlemini açıkça dile getiriyor. Fesi püsküllü bir diğeri “Keşke Yunan galip gelseydi!” diye zehrini kusuyor. Adının önünde akademik unvanları olan sözde ülkenin aydın kesiminden bir kızım zevat; “Zaten Türk diye bir ırk yoktur.” diyerek Arap ırkına olan açık aşklarını ilan ediyorlar. Ve bunların hiçbiri için günümüzün savcıları harekete geçmiyor. Siyasetçilerimizin de esasında hukukçularımızdan farkı yok. 36 etnik grubu tek tek sayarak siyaset yapmayı ilke haline getirenler ne hikmetse konu Türklük olunca oklu kirpiye dönüşüveriyorlar. Yahu bu devletin adı Türkiye, burada yaşayan halkın adı da Türk halkı, resmi dili Türkçe değil mi? 

Mesele metnin kendisi değil esasında. Ayet değil sonunda, gerekirse içinde yer alan ifadeler değiştirilebilir, daha güzel bir şekilde ifade edilebilir. Zaten zaman içinde andımız metnine bazı ilaveler de yapılmış veya farklı sözcükler eklenerek zengin bir metin haline gelmesi sağlanmış. Bunlar olağandır ve orijinal manasına sadık kalmak kaydıyla bu tür eklemeler yapılabilir kanaatindeyim. Ama mutlak bir şekilde andımız metnini ruhu korunmalıdır. Bırakınız andımızı, Türklük benliğimizi oluşturan, içimizde taşıdığımız Türklük ruhu da çürüyor gibi geliyor bana. Sanki birileri bu vatanın, Anadolu topraklarının öz be öz sahibi Türk’e ve Atatürk’e savaş açmış gibiler. Bunu da kanunların etrafından dolanarak, hukuku çarpıtmak suretiyle yapmayı yeğliyorlar. Bu nasıl bir siyaset anlayışıdır böyle? Sadece Andımız değil yasaklanan. Devlet madalyaları, amblemleri üzerinde yer alan Atatürk siluetleri de kaldırılmış. Hem de Danıştay kararıyla. Daha fazla bir şey söylemeyeceğim. Öfkemin kurbanı klavyemin tuşları olmasın. Çünkü yarınlara dair yazacaklarım var. Ama şu bilinsin istiyorum: Bunu yapanlar inadına yapıyorlar. İnadına bu yüzyıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin kökleşmiş uygulamalarını rafa kaldırmak istiyorlar. Bunun için, başta hukuk olmak üzere her yolu deniyorlar. Kanun yoksa kanun bile çıkarıyorlar. Yeter ki Cumhuriyet’in köklü siyaseti, andımız dahil güzel uygulamaları yok olup gitsin. Bu inat ehline inat, ben de inadına haykırıyorum. Andımız metninde yazdığı gibi, küçükken okula giderken övünerek, gurur duyarak okuduğum gibi, bugün saçı ağarmış bir delikanlı olarak inadına haykırmaya devam ediyorum:

Ne Mutlu Türk’üm Diyene! Siz bunu söylemekten mutlu olmayabilirsiniz. Bense inadına çok mutluyum, nefesim yettiğince mutlu kalmaya devam edeceğim.

Saygı dolu sevgiyle kalın

29-03-2023/ MUSTAFA ORHAN ACU/ERDEK

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU

Biyografi:
Emekli Hava Savunma Albay. 1958 yılında İstanbul Karagümrük’te doğmuştur. Pertevniyal Lisesi mezunudur. Hava Harp Okulunda lisans eğitimini tamamlamasını takiben, 1981-2006 yılları arasında Hava Kuvvetlerinde kontrolör subay (çeşitli Radar Mevzi komutanlıklarında Harekât komutanlığı ve Mevzi Komutanlığı görevlerini icra ettikten sonra, son olarak Hava Sınıf Okullarında Değerlendirme ve Denetleme Başkanı olarak görev yapmıştır). Halihazırda emekli olarak hayatına devam etmektedir. İstanbul Büyükçekmece’de ikamet etmektedir.

Aynı zamanda TESUD Bakırköy şubesinde genel sekreter olarak görev yapmaktadır...