Zamanın Ayarı. Saatleri Ayarlama Enstitüsü

ZAMANIN AYARI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.”

Tanpınar, romanlarında, çağdaşlaşma sürecinde bireyin toplum ile çatışmasını, geleneksel kültürle modern kültür arasında sıkışmasını, yaşadığı çatışmayı, bunun toplum hayatına yansımasını, bireyin iç dünyasındaki yansımalarını konu edinmiştir. Tanpınar estetiğinin temelini, yazarın kendi iç dünyasına dalma isteği oluşturur. Bu estetiğin oluşmasında Yahya Kemal’in düşünceleri, tarih ve edebiyat ile ilgili görüşleri etkili olmuştur. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde de özellikle enstitü mekânı bu estetizmi yansıtmaktadır. Romanlarında kurguladığı mekânı ya da seçtiği mekânı kendi hayal dünyası etrafında şekillendirir.

Yahya Kemal, “Kökü mazide olan atiyim.”der. Zaman; geçmiş, gelecek ve şimdiki an gibi görünse de Tanpınar’da zaman “yekpare geniş bir an” ve “ parçalanmaz bir bütün”dür. Bergson’un “süre” kavramından etkilenen Tanpınar, akıp giden zamanın yerine yaşanan zamanı koyar. Romanlarında kahramanları ne büsbütün içindedir zamanın ne de tam anlamıyla dışındadır. Onlar sürekli bir açmazın içinde, çıkmazlarda yaşamaktadır. Mazileri sürekli olarak peşlerindedir. Şimdiki zaman geçmiş zamanın yeniden hatırlanışıdır. Hayri İrdal mazisinden kopamaz, geleceğe adım atamaz. Çıkmaz bir anın içinde çırpınır durur. Saatleri Ayarlama Enstitüsü insanı, modern çağın insanını, bir saate hapseder, zamanını şaşırmış bir toplumu hicvederek anlatır. Saat, gösterişli, abartılı bir kurumun odak noktası olarak verilir. Hayri İrdal bu kurumun gerçek dünya ile tek bağıdır. Aynı zamanda mazi ile de bağıdır. Eser dört bölümden oluşmaktadır: Büyük Ümitler, Küçük Hakikatler, Sabaha Doğru ve Her Mevsimin Bir Sonu Vardır. Bu üç devir II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleridir. Birinci bölüm Tanzimat öncesi dönemi, ikinci bölüm Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerini, üçüncü ve dördüncü bölümler de Cumhuriyet dönemini (Cumhuriyet’in başlangıç dönemi ve devamı) aktarır. Tanpınar eserinde, toplumumuzun o dönemlerdeki bazı tutumlarını, özelliklerini, medeniyetler arasında kalan insanlarımızın trajedisini ironik bir dille hicveder ve üç devrin karşılaştırmasını kahramanı Hayri İrdal’ın anlatımıyla verir.

İlk bölümde Hayri İrdal, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kuruluşunu anlatmadan önce kendi hayat hikâyesini, ailesini, babasının yakın dostlarını anlatır. Babasının dedesi bir cami yaptırmak istemiş, parası ve ömrü yetmediği için miras olarak oğluna devretmiştir. Bu olay ailenin neyi var neyi yoksa satmasına neden olmuş ve yoksullaştırmıştır. Cami eşyalarının eve getirmiş, ev tam bir mescit havasına bürünmüş ve cami için alınan ayaklı saat “Mübarek” olarak anılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla bölümde din ve hurafe motifleri, boş inançlar hâkimdir. Abdüsselam Bey, Eczacı Aristidi Efendi ve dua yoluyla Andronikos’un hazinesini bulacağını söyleyen, gaipler dünyasıyla bağ kurduğuna herkesi inandıran Seyit Lütfullah’ın hikayelerini de bu bölümde görüyoruz. Hayri İrdal, okuma yazma işleriyle büyük

bir ilgisi olmadığı halde enstitü fikrinin kendisine ait olduğunu dile getirir. Hatta Şeyh Ahmet Zamani ve Eseri adlı eseri de kaleme almıştır. Meşrutiyet’ten sonra şehir saatleri çoğalınca “ayarsız saat göreceğim” korkusunu taşıyan Nuri Efendi’nin bir filozof gibi saat tamirine yaklaştığını ve ondan el aldığını dile getirir. Hayri İrdal, saat tamirini, ustası Muvakkit Nuri Efendi’den öğrenir. İkinci bölümde Hayri İrdal’ın asker dönüşü Emine ile mutlu bir evlilik yapması ve ölümünden sonra Emine’ye hiç benzemeyen ikinci eşi Pakize ve başına gelen felaketleri görürüz. Cemal Bey’in yanında çalışması ve cemiyet toplantıları içindeki huzursuzluğu anlatılır. Şehzadebaş’ındaki kıraathane ve İspritizma Cemiyeti o günkü toplumun yaşayışını, iki dünya arasında kalmışlığını gözler önüne serer. Bu arada Freud’a tapan, hastalarını psikanaliz yöntemiyle tedavi edeceğine inanan Doktor Ramiz Bey’le tanışır. Ramiz Bey’le tanışmış olması hayatını büsbütün değiştirir. Üçüncü ve son bölümde Hayri İrdal’ın tam bir ümitsizlik içindeyken Halit Ayarcı ile tanışması, sonrasında Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kurulması ve kadroların nasıl oluşturulduğu, çalışanların hangi kriterlere göre görev verileceği gibi hususlar dile getiriliyor. Hayri İrdal, paraya ve şöhrete kavuşuyor. Her ne kadar yaptığı işten şüphe duysa da Halit Ayarcı’ya karşı koyamıyor. Halit Ayarcı’nın tam bir inanç içinde olması ve ikisi arasındaki polemikten doğan düşünce çatışması, ironik bir dille anlatılıyor. Son bölümde ise gerçek bir işlevi olmayan enstitünün dağıtılması ve “Yaratmak, yaşamanın ta kendisir.” diyen Halit Ayarcı’nın yaptığı işe güçlü inancını yitirmesinden doğan üzüntü anlatılıyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar, kendi köklerimizden kopmadan yenileşmekten yanadır. Gelişimi ve değişimi Türk toplumunun kendisi yapması gerektiğine inanır. Batıyı taklit ederek gelişmek mümkün değildir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile yeniliğe inanmış gibi görünen politikacıları, çıkarcı insanları, bürokratları, aydınları hedef alarak kendine has üslubuyla hicvetmiştir.

 

HAYRİ İRDAL DİLEMMASI

İyilik ve kötülük… İyilik, ceza gören ve ayıplanan bir kötülüğün bulunmasıyla var olmuştur. Doğu’nun Batı’nın var olmasıyla olduğu gibi. Geriliğe ceza verilecekse ileri düşünüşün de hakkının verilmesini doğurur.

Hayri İrdal, Türk edebiyatının en tanınmış kahramanlarından biridir. Sıkı bir Müslüman terbiyesi almıştır. Eser boyunca tüm gerçekleri görür fakat değişim karşısındaki şaşkınlığından ve kendini otomatizme kaptırmış olmaktan dolayı yeniliğe, değişime karşı koyamayan bir roman kahramanı olarak karşımıza çıkar. Aynı zamanda eserin anlatıcısıdır. Eski ile yeni, Doğu ile Batı, gelenek ile modernleşme Hayri İrdal demektir. Okuma, yazma ile arası pek iyi değildir. Sadece çocuklarının mektep kitaplarını okuyan, bazen bütün gününü geçirdiği Edirnekapı-Şehzadebaşı kahvelerinde gazetelerdeki tefrika ve makaleleri göz gezdiren bir okuyucudur. Buna rağmen bir eser kaleme alır. Şeyh Ahmet Zamani Hazretleri’nin Hayatı’nı konu edinir. Şeyh Zamani kimdir derseniz Edirnekapı-Eyüp-Karacaahmet mezarlıklarına bakmak gerektiğini kendileri söyler. Bu kitap Hayri İrdal’in yaşamındaki tek başarısıdır.

Hayatının her aşamasında samimilikten vazgeçmeyen, uysal, sadece geçim derdini düşünen üç çocuk babası Hayri irdal’in çocukluğu II. Abdülhamit döneminde geçer. Çocukluğu mescit gibi döşenmiş, duvarında “Mübarek”in asılı olduğu bir evde geçer. Bu ev yaşamının temelidir, geçmiştir, gelenektir. Doğu’dur. Yaşam şartlarından dolayı eğitim alamayan H.İrdal’ın Nuri Efendi ile tanışmış olması ve yanında bir baltaya sap olabilmek için çırak olarak yanına girmesi, saat ayarlamanın felsefesini öğretir. Hayri İrdal’ı Hayri İrdal yapan kişidir. “…insanlar kainatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için, eşya onlara uymak tabiatındadır…” saatler ve eşyalar sahiplerinin özelliklerini yansıtır. Saatlerin, sahibinin en mahrem dostu olduğunu ustasından öğrenir. Hayri İrdal’ın kişiliğini etkileyen bir diğer kişi de Halit Ayarcı’dır. Yaşamının en umutsuz olduğu döneminde Halit Ayarcı ile tanışmış olması kader çizgisini değiştirir. Fikirlerinin ilginç ve yaratıcı olması, inancının peşinden giden Halit Ayarcı’yı etkiler.

Tanpınar’ın roman kahramanları genel olarak zamanın peşinden giderken hangi zamana ayak uydurmak durumunda olduklarını karar veremeyen kişilerdir. H. İrdal zamanın ayarını tutturmaya çalışan bir enstitünün kurucusu olur. Zamanın ayarsızlığında kendini bulmaya çalışır. Sezgilerine göre hareket etmek istese de zamanın hızı ve insanı otomatikleştirmiş olması buna izin vermez. Yeniliğin peşinden gitmek zorunda kalır. Bu noktada Hayri İrdal’in kişiliğinde Bergson’un izlerini görmek mümkündür. Bir maddeyi kavramak için iki göze ihtiyaç olduğunu savunan sezgiciliğe göre; gözlerden biri maddenin görünen kısmını diğeri ise görünmeyen kısmını görmeli algılamalıdır. Eğer maddeye kalp gözüyle manevi bir bakışla bakılmazsa onu eksik kavramış sayılırız. Hayri İrdal da yaptığı işe yani Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne bakınca maneviyatı bulamıyor bir türlü; yaptığı işe inancı eksik kalıyor. “… Ne garipti, hepimiz Halit Ayarcı’nın elinde bir kukla gibiydik. O bizi istediği noktaya getiriyor ve orada bırakıyordu. Ve biz o zaman, sanki evvelden rolümüzü ezberlemiş gibi oynuyorduk. İçimde ona karşı hiddet, kin, isyan ve hayranlık birbirine karışıyordu…”

İnsanları lüzumsuz yere oyaladıklarını düşünüyor. Halit Ayarcı ile ayrıldıkları nokta sezgilerde ve inançta takılıp kalıyor. Hayri İrdal yaptığı işin gerekliliğine bir türlü inanamıyor. Kendince absürt hatta saçma olarak gördüğünü bile söyleyebiliriz. “…bir işim vardı, fakat yapacağım iş yoktu. …bu, birkaç kelimenin etrafında doğmuş bir şeydi. Daha ziyade masala benziyordu…”

Enstitünün parlak ışığı etrafında toplanan halk, yeniliği kendilerine ucu dokunmadığı sürece seven ve isteyen insanlardan oluşuyordu. Ve her zaman bu kategorideki insanlar hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ederler. Halit Ayarcı’nın göremediği bu noktayı, Hayri İrdal enstitü kuruluşundan itibaren görmüş ve işin absürt olduğu kanaatine varmıştır. Bu yüzden ve sezgilerine güvenerek Halit Ayarcı ile sürekli olarak tartışma halindedir. Aslında Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ın kendisinin aynası olduğunu söyler. Tek sorun Hayri İrdal’ın bu işe inanmamasıdır.

Hayri İrdal’ın merakı, zevki insan ruhunu öğrenmektir…

*Bu yazı 14/04/2023 tarihinde aksisanat internet sitesinde yayınlanmıştır.