5.İNCi CUMHURİYET'İ BEKLERKEN YAKIN GEÇMİŞE DAİR BİR ANALİZ
Türkiye’nin yakın geçmişi inişli çıkışlı dönemlerden geçti.
Tamamen yok edilip Orta Anadolu bozkırlarına sürülen Türk kimliği deha ve cesaretin buluştuğu usta ile bir mucize gerçekleştirdi. Usta nın adının Mustafa Kemal olduğunu biliyoruz.
3 kıtaya yayılmış çok uluslu imparatorluk; zorla fethedilmiş ve haraca bağlanmış coğrafyalardan alınan vergilerle yaşayabidiği kadar yaşadı.
1. dünya savaşı ile beraber sonra erdi.
*
Yokluk içinde bir var olma savaşı kazanıldı, hem kültür mirasıyla hem de dış borçlarıyla imparatorluktan kalan anadolu topraklarında üniter bir ulus devlet kuruldu. Yapılan bir devrimdi. Diyalektik materyalizme göre her devrim karşıtını da içinde barındırır. Ve bu karşı koyuş zamanla yükselir tepe noktasına ulaşır. Ve diyalektik sürer. Bana göre Türkiye Cumhuriyeti tarihinde şimdiye kadar 4 farklı Cumhuriyet dönemi yaşandı.
Çeyrek yüzyıllık tek partili dönem 1.CUMHURİYET tir. Bu dönemin büyük kısmı büyük ustanın bilfiil kontrolü ve yönetiminde geçmesi kendine özgü şartlarıyla farklı bir uygulaması vardı. Ve bu dönemin çarpıcı değişimi ile Türkiye coğrafyasında Batı medeniyeti kültür devrimleri halka rağmen kabul edildi ettirildi ama kısa sürede benimsendi .
Ardından resmi olarak 1946’da, fiili olarak ise 1950’de çok partili siyasi hayat başladı. 15 Yıllık bu dönem kendi içinde geçiş sancıları ve ilk demokratik yani çok partili yaşam denememizdir bu dönemi 2.CUMHURİYET dönemi olarak kabul etmeliyiz.
*
1960 yılında başlayan askeri müdahaleler dönemi 3.CUMHURİYET'tir ve 1980'e kadar sürdü.. 60 Anayasasının R adikal Anayasa değişikliğiyle sosyal dünyamızda müthiş bir gelişme ve özgürlükler çağı başlattı.Bu yıllar benim de yakından tanık olduğum yıllardır. 1961’de sosyal devleti getiren daha özgürlükçü düzen 1980 'e kadar sürdü. 1982’de ise daha kontrollü yaşam isteyen halkın nerdeyse tamamının kabul ettiği anayasa ile 4.CUMHURİYET şartları devreye girdi ve hüküm sürmekte.
Şimdi yeni Anayasa ile 5. CUMHURİYET dönemi başlayacak. Bu Cumhuriyetin en önemli özelliği BAŞKANLIK sisteminin 100 yıl sonra yeniden devreye girmesi olacaktır. Sonuçta padişahlıkta bir nevi başkanlık tanımına uygun içerik içerir.
**
Şimdi burada vaktinize sığınarak ve sıkmadan bildiklerinizi şüpheye düşürecek bir analiz yapmak istiyorum. Septik düşünce olmazsa olmazımdır.
Bu toprakların yakın tarihi ekonomik olarak her şeyin dışa açılma ve dışa kapanma ekseninde gerçekleştiği yer oldu.
Mirasını devraldığımız iMPARATOLUĞUMUZ savaşlarla boyun eğdirip haraca bağladığımız ancak Sanayi devrimini ıskaladığı için artık elimizde tutmakta zorlanıp birer birer kaybettiğimiz coğrafyalardan gelen haraç yani vergiler azalınca çöküş dönemine girdi. Kendisi de bir emperyal devlet olarak sanayi devrimini ıskalamayan Almanya ile girdiği Emperyalist savaşta kaybeden oldu ve bir savaşta 5 milyon metrekare gibi rekor alan idaremizden çıkmış oldu.
Peki ilk darbeyi kim vurdu? Bana göre Sakallı Adam 'ın HERŞEY'İN NEDENİ VE SONUCU EKONOIMİKTİR özdeyişinden hareketle çöküş nedeni kesinlikle Ekonomik'tir . Ve ilk ekonomik darbe Karlofça Pasarofça dan daha büyük darbe olan 1838 Türk İngiliz ticaret anlaşmasıdır. Keşif ve icatlara açık modeliyle gerçekleşen Sanayi devrimiyle üretimde patlama yapan ekonomisiyle Büyük Britanya dünyada güneş batmayan imparatorluğunu kurarken bizi ıskalamayacaktı ve bu anlaşma ile Osmanlı toprakları ilk kez yabancı girişimciler için gümrüksüz açık pazar haline getirildiğinde çöküşümüz tescillenmiştir.
*
Bir devletin en önemli silahı ve devlet olma karinesi GÜMRÜKtür. Farkındaysanız AB kriterleri içinde en çok Gümrük mevzuatında taviz verilmektedir. Osmanlı gümrüğü İngilizlere kaptırınca siyasi olarakta kendi sonunu hazırlayan sürece girdi. Yabancı şirketlere ait vergi daireleri kuruldu. 1838 anlaşmasıyla yabancılar yerli halk ile aynı yükümlülüklere tabi olacak şekilde ticaret yapma hakkını kazandı dışa açılmanın ilk adımı ardından 1854 yılında Rusya ile yapılan ve Maliyemizi iflas ettirten Kırım savaşı sırasında da ilk dış borç alındı ve bu imparatorluğun ekonomik çöküşünü başlattı ve devamını biliyorsunuz. 1. Cumhuriyet'le ve Lozanla yaşama tutunabildik. Peki, 1. CUMHURİYET ne yaptı ? KURTULUŞ savaşını kazanmasında en büyük desteği veren SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ' ne sırtını döndü KURULUŞ savaşında yer vermedi. O şartlarda kolayca geçebileceği Sosyalizm yerine Batının Emperyalistlerin safı olan Kapitalist dünyanın liberal sistemini seçti. Bu arada İngiltere'nin Britanya İmparatorluğunun gücünü unutmayalım. Domabahçe Sarayına LENİN veya STALİN gelmedi . Kim GELDİ ? İngiltere Kralı ve Kraliçesi !
*
Cumhuriyet rejimi Lozan görüşmelerinde Türkiye’nin yine dışa açık ve serbest ekonomik politikalar uygulayacağı işaretini vermesiyle elini güçlendirdi. Çünkü İstanbul hala İngilizlerin işgalialtındaydı. Siyasi bağımsızlığını kazanan 1.CUMHURİYET bunu ekonomide nasıl başaracağı Şubat 1923’de İzmir iktisat kongresi’nde ATATÜRK 'ün başkanlığında karar verdi. Verilen karar LİBERALİZM di ancak yabancı teba ve sermaye kovulduğu için zorunlu olarak devlet girişimciliği, milli bankaların kurulması, demiryolu atılımı fikirleri burada kayıt altına alındı, ama tercih kesinlikle liberal uygulamalar idi. Burada Atatürk 'ün pragmatik bir insan olduğunu unutmayalım. Hatta ATATÜRK Doğu Anadolunun kalkınmasını sağlamak amacıyla bu yöredeki madenlerin AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ kullanımına verileceği Chester Projesi Anlaşmasını TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE kabul ettirdi ama bu anlaşma ünlü 1930 DÜNYA EKONOMİ krizi nedeniyle anlaşmayı alan Amerikan şirketinin vazgeçmesi nedeniyle uygulanamadı ve Doğu ve Güneydoğu'da böylece kısıtlı olanaklar nedeniyle geri kaldı. Bu proje Kemalist elitlerce hep gizli saklı bırakılmıştır.
*
1930’daki küresel büyük buhran Türkiye ekonomisine ihtiyaç duyduğu silkinmeyi sağladı . Ekonomi zorunlu olarak dışa kapanmıştı. Ama genç Cumhuriyet idealist kadroları devlet sermayesiyle Karma ekonomi ucubesine rağmen bir mucize yaratı. Hemen her devletin kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldığı ve dünyanın tekrar savaşa sürüklendiği bu kriz ortamında Türkiye insanının temel ihtiyaçlarına yönelik her kritik sektörde devlet eliyle kendi endüstrisini yarattı. Her endrüstriye de bölgenin kadim medeniyetlerinin ismini vererek alakası olmamasına rağmen milli tarih politikasının bir sonucu TÜRK Tarihiyle özdeşleştirdi. Hatırlayın Çiller yok etmişti ! Sümerbank, Etibank hep 1930’larda Şişecam, Şeker fabrikaları,Pamuklu Dokuma sanayi ile hayata geçmişti. ETİ ismi bugün dünya tekeli olduğumuz Bor Madeni ile yaşatılsa da teknolojik geri kalışımız nedeniyle pastanın kırıntısının bize kaldığını biliyorsunuz.
*
2. CUMHURİYET dediğimiz 1945 işaretiyle ama 1950’de başlayan Demokrat parti yönetimi Türkiye’yi tekrar İzmir İktisat Kongresinde aldığı kararlar paralelinde ekonomiyi dışa açtı. Ama askeri vesayet altında çok sıkı kontrol altında ülke global ekonomiye entegre edilirken şimdilerin kavrayamadığı Komunist ve Kapitalist dünya devletleri arasında kıyasıya süren dünyanın ele geçirilmesi mücadelesi soğuk savaş ortamında Türkiye ABD nin dayatması ile üstelik tarihsel düşmanı olduğu için sempati gösteremediği Rusya karşısında batı bloku’nda kalmayı tercih etti , bu zorunluluğun temeli de 2. Dünya Savaşında dünya devletlerinin 2 cephe arasında önceden paylaşıldığını bu anlaşmanın Kırım da Livatya 'da atıldığını biliyoruz. . Bu dönemde batı sermayesi Türkiyede sanayi kurmak kurdurmak yerine Marshall yardımı, Kore’ye gönderilen askerler ile Nato’ya dahil olma, komunizmi çağrıştırdığı için demiryolu yerine karayolları ağırlıklı ulaşım politikası uygulatarak endrüstriyel çeşit içeren kalkınmanın önünü kapattı. Tarımda makineleşme, köyden kente göç ve kentleşme ile Türkiye sosyo ekonomik bir dönüşüm geçirdiği yıllarda verimsizleşerek hazineye büyük yük olan KİTler nedeniyle dış borçlanma ya devam etti, alınan borçların KİT zararlarını kapatmak ve diğer siyasi yolsuzluklarla çarçur edilmesi nedeniyle savurganlık ve artan dış açık sonucu Türkiye ilk devaulasyon darbesini 2. Cumhuriyet'le yaşadı 4 ağustos 1958’de TL ’nin değerinin düşürüldü. 3 Tl olan dolar kuru gerçek değeri olan 9 TL ’ye çıktı. Ekonomik sıkıntılar hükümeti çıkmaza sokunca Başbakan Menderes çaresiz Sovyet Blokuna yanaştı Rusyaya gitti ve bu gidiş onun ve 2.CUMHURİYET'in sonu oldu.
ABD destekli olduğu bugün kesinleşen 27 mayıs 1960 askeri müdahalesi Türkiye ekonomisini tekrar “dışa kapattı. Ne zamana kadar ? Turgut Özal'a kadar. Türkiye'de yaşayan bizler hamasetle 20 yıl gururlu ama yokluklar içinde çırpındık. Çünkü artık ihtiyaçlar sadece un şeker ve basma değildi. Batı ülkelerinde üretilen tüketim malları beyaz eşya ve elektronik artık lüks değil ihtiyaç olmuştu. Komunizm korkusundan herşey yasaktı radyo kurmak bile.1960’da devlet planlama teşkilatı kurularak yabancılardan tüketim malı almadan iç pazarda üretim yapacak sanayi tesislerinin kurulması ve desteklenmesi kararı alındı. Hollandalı uzman Jan Tinbergen’in önerileriyle 3 farklı beş yıllık plan hazırlandı ve 1963’de birinci beş yıllık kalkınma planı uygulamaya kondu. Kamu yatırımları bu programa uymak zorundaydı, özel yatırımcıların da devletten ucuz girdi sağlamak ve devlet desteklerinden faydalanmak için DPT denetiminden onay almaları ve plana sadık kalmaları gerekiyordu. İşte bu yıllarda Türk Sermaye Burjuvazisi oluştu ve öne çıkan siyasetçilerin yöneticilerin DPT kaynaklı olması da bu yüzdendir. Hemen hepsi ABD onaylıdır.
*
Amaç milliydi ama duygusaldı ve naifti. Dünyada teknoloji üreten hiç kimse size bu teknolojiyi bedava vermez alda kullan demez. İthalat yoluyla temin edilen ve dış ticaret açığına neden olan tüketim malları bu plana göre yurt içinde üretilme amacı da bu nedenle fiyasko oldu. Üretimi kaldırılan ne kadar eski teknolojivarsa Türkiyeye satıldı. Oysa amaç ülkeden döviz çıkışını azaltmaktı. Bu sanayileşme modelinde hedef 1930’larda olduğu gibi temel tüketim maddesi üç beyazların pamuk, un ve şekerin üretimi yerine artık lüks değil genel ihtiyaç maddesi haline gelen beyaz eşya, elektronik eşyalar ve otomobilin yurt içinde üretimi hedefleniyordu. Yerli girişimci dediğimiz daha önce ithalatla ve develet desteğiyle kısmen sermaye birikimi sağlayan Burjuvazi diyemeyeceğimiz oligarşi destekli Elit Zümreyi üretime yönlendirmek için bazı özendirici kolaylıklar sağlandı. Yani yabancı malları içerde satıp aracılıktan zenginleşen KOMPRADOR aileler, devletin elinde olan bankalardan aldığı destek kredileriyle kurduğu fabrikalarda üretilen malları ithal malların rekabetine karşı korundu. Ve sadece içerde satılabilecek ucuz kalitesiz teknolojisi eski mal üreten güdük bir sanayi oluşturuldu. 3.CUMHURİYET yıllarını anlatıyorum.
*
Ve bir başka kaçırılan fırsat yılları bu dönemde başladı. Yerli sanayiciler ithal ikame korumasında ürettikleri hiç bir malda yeni teknolojiye ve AR-GE ye önem vermediler. Çünkü ne üretiyorlarsa kapışılıyordu. Düşünün teknolojisi batıda raftan indirilmiş fiberglass Anadol otomobil için sıraya giriyordunuz. Tüm endrüstriyel İthal malların önüne gümrük duvarları çekildi,girişimcilik ruhu öldürüldü. Binlerce malın ülkeye girişi yasaklandı. Rekabet olmadığı için hiç bir gelişme olmadı. Her şey yerli üretimi teşvik etmek ve talebi bu yerli mallara yöneltmek içindi. Ama rekabet olmadan kapitalist sistem olmaz kuralı unutulmuştu sistem yerli üretim malların ithal malların yerine geçeceği, yani onları “ikame edeceği” düşüncesine dayandığı için güdük kaldı. Kapitalist sistemin sadece vahşi kar amaçlayacağı ıskalanmıştı.. Kapitalist sistemde tekel şartlarında bir mal satılıyorsa rakibiniz yoksa, ar-ge sonucu daha yüksek kar elde edemeyecekseniz onu geliştirmeye gerek yoktur. İktidarların yerli sanayiyi destek için koyduğu ancak yeterli AR-GE ve üretim artışı sağlamak için çaba sarfedilmeyince uygulamada ki ithalat tedbirleri ve yasaklar 1970’lerin sonunda karaborsa, enflasyon ve kaos ortamına yol açtı. Bu süreçte devlet tarafından rekabete karşı korunan üreticiler “kendini yenileme” isteğini kaybetti . Yurt dışından zorlama olmayınca değişen teknolojiyi takip etmek yada kendin üretmek yerine üretim statik hale geldi. İtalyan şirketi FİAT devlet koruması kalkınca yok oluyordu ama DİZEL motorda devrim yaparak bugün hala varlığını sürdürüyor. Türkiye'de rekabet öldürüldüğü için ürünlerinin iç pazarda her zaman talep göreceğini bilen üretici maliyet artıran teknolojik yatırımlara girmedi . Çünkü her durumda ürünlerin alıcısı hazırdı.
*
Batı’daki sanayi devrimi’ni içerdeki birkaç holding çıkarı için dünyadaki hızlı yenileşmeyi ıskalayarak adeta seyreden ve Japonya ve Güney Kore gibi küreselsermayeye ödünsüz kapılarını açarak inanılmaz hızla zenginleşme fırsatını değerlendiremeyerek geri düşen Türkiye hamle yapayım derken her teşebbüsü engellemeye yönelik hastalıklı bir bürokrasi barındıran yapıya sahiop oldu. Sadece devletten ve devlete ait KİTlerden maaş ve ücret alanların mutlu ve güvenceli yaşam bulduğu ortamda sosyal patlamalar olması kaçınılmazdı ve bu süreç yine askeri darbeyi getirdi. Bu hastalık bütün zorlama iyileştirmelere rağmen bugün hala sürmekte. Bugün bakanlar iktidar milletvekilleri icrada görevli hükümetin başı bile bu durumdan şikayetçi.
*
Ekonomik sıkıntıların ülkede oluşturduğu kaos ortamı nı zorladığı 12 eylül 1980 askeri müdahalesi’nden sonra 4.CUMHURİYET dönemi başladı. Serbest ekonomi şartlarında Türk ekonomisi yeniden “dışa açıldı. Türkiye bir anda dış ülkelerden gelen şimdiye kadar tanışmadığı araç gereç üretim makinaları ile tanıştı. Yabancı sermaye teknolojiyle geldi. 24 ocak kararları ile başlayan; planlı ekonominin bittiği, devlet müdahalesinin azaldığı, ithalat yasaklarının kalktığı, sermaye hareketlerinin serbestleştiği bu dönem DYP döneminde ilginçtir duraklatılmasına rağmen akabinde ANAP VE AKP iktidarında da inişli çıkışlı ve daha önce yaşanmamış şekilde sandıktan farklı yöntemlerle devleti ele geçirme müdahalelerine rağmen hala devam ediyor…
Ve sıra geldi 5.CUMHURİYET'e...
Diyeceksiniz ki "peki sen hangi Cumhuriyet döneminden hoşnut oldun?
Yanıtım "Benim Cumhuriyetime daha sıra gelmedi.!"
MEHMET LEVENTOĞLU- BANDIRMA
*
NOTLAR VE KAYNAKÇA :
* Cumhuriyet'e ön numara verilerek tarifi ilk kez 2.CUMHURİYETÇİ tanımıyla 31 Ocak 1991'de Mehmet Altan'a aitdir. Ancak ancak benim aynı Cumhuriyet adı altında farklı dönemlerin farklı uygulama biçimleri olması itiarıyle numaralandırdığım dönemlerin kendine mahsus şartları ve uygulamaları vardır.
* Mehmet Altan'ın 2 . Cumhuriyeti devletin adında bulunduğu halde Cumhuriyetin demokratik ve çoğulcu özellikte olmadığı, halk egemenliğine değil bürokrasiye ve ordunun üstünlüğüne dayalı olduğu görüşü bu ideolojinin en önemli savlarındandır. Bu siyasi görüşün destekçileri sivil siyaset üzerindeki ordu vesayetinin yok edilmesi, rejimin bürokratik yapısının ve devletçi ekonomi anlayışının değişmesi gerektiğini savunmuştur. Ancak bildiğimiz gibi İkinci Cumhuriyetçiler olarak bilinen liberal ve marksist siyasi görüşteki bir grup aydın Yeni Demokrasi Hareketi adıyla partileme denemesinde bulundu. Ancak alınan seçim yenilgisi ve iktidara muhalif duruşları sonucu kısa sürede enterne edilen ve medya desteğinden yoksun bırakılan bu hareket kısa sürede dağıldı. (WİKİPEDİA)
* SOSYAL LİBERALİZM -SOSYAL DEMOKRAT
Sosyal liberalizm, modern liberalizm veya reform liberalizmi olarak da bilinir, bireysel özgürlük ve sosyal adalet arasında denge kurmayı amaçlayan politik bir ideolojidir. Klasik liberalizm gibi piyasa ekonomisi, sivil ve siyasi hak ile özgürlüklerin genişlemesini onaylaması bakımıyla uyuşur ancak bunlara ek olarak hükümetin meşru rolünün yoksulluk, sağlık ve eğitim gibi ekonomik ve sosyal konuları da içerdiği fikrini barındırır. Sosyal liberalizmde toplumun iyiliği bireyin özgürlüğü ile uyumlu görülür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyal liberal fikirler dünyanın birçok ülkesinde benimsenmiştir. Sosyal liberal düşünceler ile partiler merkez veya merkez sol olarak kabul edilir.
Modern liberaller refah anlayışını, fırsat eşitliği temelinde savunmuşlardır. Birey ve gruplar, mevcut sosyal koşullardan dolayı zarara uğruyorlarsa, devletin bu zararları azaltmak ya da ortadan kaldırmak için üstlenmesi gereken sosyal sorumlulukları vardır. Yurttaşlar, konut edinme, eğitim ve çalışma hakkı gibi çeşitli refah ve sosyal haklara sahiptir. Sosyal liberallere göre devletin ekonominin yönetiminden, en azından regüle edilmesinden sorumlu olması gerekmektedir.
Terim, politik ve ekonomik fikirleri birkaç asır boyunca Büyük Bunalıma dek egemenliğini korumuş klasik liberalizmden farklılaşmayı belirtme amacıyla kullanılır. yüzyılın sonuna doğru sosyal liberalizme karşı tepki, parasalcı ekonomi politikaları ve devlet hizmetlerinin sunumunun azalmasına yol açan, sıklıkla neoliberalizm adıyla anılan ekol tarafından gösterildi. Bununla birlikte bu tepki klasik liberalizme dönüşle sonuçlanmadı. Hükümetler sosyal hizmetleri sunmaya devam etti ve ekonomi politikası üzerindeki kontrolünü korudu.
19. yüzyılın sonuna doğru klasik liberalizmin ilkeleri ekonomik büyümede düşüşler, artan yoksulluk bilinci , modern sanayi kentleri içindeki işsizlik ve örgütlü emeğin ajitasyonu sonucunda sorgulanmaya başlandı. Sanayileşme ve laissez-faire kapitalizminin yarattığı değişikliklere karşı önemli bir politik tepki sosyal dengede hakkında kaygılanan muhafazakarlar tarafından gelmesine rağmen sonradan sosyalizm, değişim ve reform için daha önemli bir güce dönüştü. Charles Dickens, Thomas Carlyle ve Matthew Arnold gibi Kimi Viktorya dönemi yazarları sosyal adaletsizliğin erken etkili eleşmenleri oldu.
John Stuart Mill, klasik liberalizmin elementlerini sonunda yeni liberalizm adıyla tanınacak şeyle kombinleyerek liberal düşünceye muazzam katkı sağladı. Yeni liberaller bu zor koşullarla yüzleşmek için liberalizmin eksi dilini uyarlamaya çalıştı, onlar mevcut sorunların sadece devletin daha geniş ve müdahaleci anlayışı ile çözülebileceğine inanıyordu.
İngiliz filozof T.H. Green'in 19. yüzyılın sonuna doğru yaptığı çalışmalar doğrultusunda liberalizmi yeniden formüllemeye çalıştı. Green klasik liberalizm tarafından savunulan denetimsiz kar arayışının, yeni adaletsizlik ve yoksulluk formları oluşturduğunu düşünüyordu. Green'e göre bireyler salt bireysel değil, sosyal sorumluluklar da taşımaktaydı. Negatif özgürlük sadece birey üzerindeki dışsal sınırlamaları kaldırır ve bu da bireye tercih özgürlüğü sağlar, kârını azamileştirme misyonuyla devinen iş dünyası düşünüldüğünde negatif özgürlük, mümkün olan en düşük ücretle emeğin satın alınması becerisini haklılaştırdığından dolayı ekonomik özgürlük sömürüye yol açabilir. Green iş sözleşmelerinin eşit veya özgür bireyler arasında yapılmadığını savlar. İşçilerin tek alternatifleri sefalet veya açlıktan ölmek olduğu için işi kabul etmek zorundayken işverenler çok sayıdaki işçi arasından işlerine yarayan işçileri seçme ayrıcalığını deneyimler. Bundan dolayı ona göre piyasadaki tercih özgürlüğü bireysel özgürlük için yeterli bir kavramlaştırma değildir.
Green'den sonra gelen L. T. Hobhouse ve John A. Hobson, sosyal ve siyasal felsefeleri bakımından Green'in görüşlerini izlemledi. Yeni liberaller klasik liberalizm ve laissez-faire anlayışına karşı devletin sosyal, ekonomik ve kültürel yaşama müdahalesini lehine tavır sergiledi. Onlar bireysel özgürlüğü sadece olumlu sosyal ve ekonomik koşulların varlığı ile mümkün olabileceğini düşünüyordu. Yoksulluk, sefalet ve cehalet içinde yaşayan birçok insan özgürlük ve bireysel gelişmeyi olanaksız kılmaktaydı. Yeni liberaller bu koşulların sadece güçlü, refah odaklı ve müdahaleci devlet tarafından koordine edilen kolektif eylem yoluyla iyileştirilebileceğini düşünüyordu.[17] En önemli endişeleriyse bireysel özgürlükle devlet müdahalesinin bağdaştırılmasıydı. Hobhouse'a göre, işbirliği ve organizasyon düşüncesinden hareket eden sosyalizm ile bireysellik düşüncesini esas alan liberalizm karşıt olmaktan çok birbirini tamamlayan idealleri temsil ediyordu. Hobson da sınırlı bir kolektivist uygulamanın zamanla refahı artıracağını ve böylece devlet müdahalesine ihtiyacı azaltacağını düşünüyordu. 20. yüzyıl düşünürlerinden Berlin pozitif özgürlük anlayışının kapsayıcı bir siyasi ilke haline getirilmesi durumunda totaliter bir potansiyel taşıdığına da dikkat çeker.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı'da egemen siyasi paradigma olan sosyal liberalizmin temelleri böyle atıldı. Avrupa'da, 1970 sonlarına kadar hâkim olan 'sosyal demokrat uzlaşma'nın özünde yatan Marksist etkinin dışındaki en önemli fikir sosyal liberalizmdir. Sosyal liberalizm, Marksist olmayan çağdaş İngiliz solunda da en az Fabianizm kadar etkili olmuştur. Yeni Düzen politikaları doğrultusunda hükümet işsizlere iş sağlamıştır.
20. yüzyıl boyunca liberal partiler ve hükümetler genellikle sosyal refah davasını kuvvetle savunmuşlardır. İngiltere'de refah devletinin temelleri, birinci dünya savaşından önce Asquith liberal hükümeti tarafından atılmıştı. Bu hükümet, yaşlılık aylığı ve sınırlı da olsa bir sağlık ve işsizlik sigortası sistemini uygulamaya koymuştu. İngiliz refah devleti uygulamaları, modern liberallerden William Beveride tarafından kaleme alının 1942 Beveridge Raporuna göre ikinci dünya savaşından sonra daha da genişletilmiştir. Bu uygulama, tüm yurttaşlara kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemi oluşturmayı taahhüt ediyordu.
ABD'de ise liberal refahçı anlayış 1930'larda F.D.Roosevelt in yönetimi altında geliştirilmiştir. Roosevelt'in Yeni Düzen politikası çerçevesinde işsizlik, yaşlılar , çocuklar, dullar ve körler için kamusal yardım uygulamaya konmuştur. Onun politikaları ölümünden sonra da devam etmiştir. 1960'larda John Kennedy'nin yeni sınır siyasaları ve Lyndon Jonson'un Büyük Toplum programı çerçevesinde en üst düzeye ulaşmıştır.
Bu liste genellikle sosyal liberalizmin evrimine önemli katkılar sağlamış kimi önemli akademisyen ve politikacıları sunar.
Jeremy Bentham[19] (1748–1832)
John Stuart Mill[14][19][20][21] (1806–1873)
Thomas Hill Green[14][19][22][23][24] (1836–1882)
Lester Frank Ward (1841–1913)
Lujo Brentano[14] (1844–1931)
Bernard Bosanquet[23] (1848–1923)
Woodrow Wilson[25] (1856–1924)
Émile Durkheim[26][27][28] (1858–1917)
John Atkinson Hobson[19][22][23][24] (1858–1940)
John Dewey[19][25] (1859–1952)
Friedrich Naumann[29][30][31] (1860–1919)
Gerhart von Schulze-Gävernitz[14] (1864–1943)
Leonard Trelawny Hobhouse[14][19][22][23][24] (1864–1929)
William Beveridge[19][22] (1879–1963)
Hans Kelsen[25] (1881–1973)
John Maynard Keynes[19][22][25] (1883–1946)
Lester B. Pearson (1897–1972)
Bertil Ohlin[32][33] (1899–1979)
Piero Gobetti[21] (1901–1926)
Karl Popper (1902–1994)
Guido Calogero[21] (1904–1986)
Isaiah Berlin[25] (1909–1997)
Norberto Bobbio[21][25] (1909–2004)
Miguel Reale[34][35] (1910–2005)
John Rawls[19][20][36][37] (1921–2002)
Don Chipp[38] (1925–2006)
Karl-Hermann Flach[39] (1929–1973)
Vlado Gotovac[40] (1930–2000)
Richard Rorty[41] (1931–2007)
Ronald Dworkin[20][21][37] (1931-2013)
Amartya Sen[20][42][43] (* 1933)
José G. Merquior[25][44] (1941–1991)
Bruce Ackerman[20][37] (* 1943)
Martha Nussbaum[42] (* 1947)
Paul Krugman[45] (* 1953)
Dirk Verhofstadt[42] (* 1955)
****
Liberal sosyalizm, liberal ilkeler içeren bir sosyalist politik felsefedir. Liberal sosyalizmde sosyalist ekonomiyle kapitalizmi ortadan kaldırma hedefi yoktur,bunun yerine hem kamu hem de özel mülkiyete dayalı karma ekonomi desteklenir Türkiye de kısmen uygulanmıştır.
(WİKİPEDİA)