Sürdürülebilir Tarım ve Gıda Egemenliği

SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM Ve GIDA EGEMENLİĞİ
Dillere pelesenk olan sürdürülebilir tarımın ne olduğuna bakmadan önce aslında herkesin bildiğini düşündüğüm “sürdürülebilirliğin” tanımıyla başlamak gerekir.
Sürdürülebilirlik en yalın tanımıyla sadece bu günü düşünerek değil gelecek nesilleri de düşünmektir. Bu tanımdan hareketle "sürdürülebilirlik" yaşamın her alanında en büyük düstur olması gerekir.
Bütün dünyada olduğu gibi liberal ekonomik politikalar insanları "kazandığından daha fazla tüketmeye" yönlendirmektedir. İnsanın rasyonel bir varlık olduğu ifade edilmiş olsa da, hiç bir zaman rasyonel davranmamıştır. Birçok çalışma göstermiştir ki insan aklına en büyük etki inanışlar ve alışkanlıklar olmuştur. Yani ifade edildiği gibi insan hiçbir zaman rasyonel hareket etmemiş ve etmeyecektir. Eğer öyle olsaydı her şey bir yana dünyada silahlı çatışmalar olmazdı.
                    ***
Sürdürülebilir tarım, gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden toplumun yaşamsal  gereksinimlerini karşılayacak sürdürülebilir yollarla yapılan tarım anlamına gelir. Ekosistem uyumu anlayışına dayanabilir. Tarımın sürdürülebilirliğini artırmanın birçok yöntemi vardır.
Sürdürülebilir tarımın ilkelerinde biri de Gıda Egemenliğidir.
Sürdürülebilir tarımın amaçları arasında, kırsal topluluklarda güvenli, sağlıklı ve ekonomik olarak uygulanabilir geçim olanaklarını sağlayarak kırsal kalkınmaya, yoksulluk ve açlıkla mücadeleye katkıda bulunmaktır. 
Gıda güvenliği ve gıda egemenliğini birbirinden ayırmak olanaksızdır. Gıda güvenliği, İnsanların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için gerekli olan besin ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla yeterli, sağlıklı, güvenilir, besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmeleri durumu, gıda güvencesi kavramı ile ifade edilir. 
Yine gıda güvenliği bir toplumun beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için yeteri miktarda ve ulaşılabilir gıda maddeleri üretme yeteneğine ve üretilen gıdalara erişiminin sürekliliğine vurgu yapan bir kavramdır. 
Bu tanımlamalardan yola çıkarak gıda egemenliği ve güvencesinin temeli ülkelerin coğrafi konumuna bağlı olarak üretme potansiyeli olan temel gıda üretiminde yerel kaynaklara dayanması gerektiğini göstermektedir. Bu durum gelişen teknolojiye karşıtlık değil toplumu teknolojinin getireceği olumsuzluklardan önleme adına son derece önemlidir. Bu konuyu sadece verimlilik açısından değerlendirmemek gerekir. Öyle bile olsa her ülkenin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik alternatif çözümler sunabilir. 
Bir örnekle kendimi daha iyi ifade edeceğimi düşünüyorum. Cezayir kendi yerel buğday çeşitlerini kullanarak ekmeklik buğday üretimi yapıyordu. Ancak verim iklim koşulları ve çeşit özelliği nedeniyle son derece düşüktü. Başta ABD olmak üzere dünya ticaretinde söz sahibi ülkeler ve çok uluslu şirketler “siz buğday üretiminden vazgeçin. Verim çok düşük olduğu için maliyetiniz oldukça yüksek. Biz size çok daha ucuza buğday verelim “ deyip hububat üretimini bitirdiler. Sonrasında Cezayir dünyada ekmeği en pahalıya yiyen ülkeler arasına girdi. 
Gıda egemenliğinin temeli tohumdur. Eğer tohuma sahip değilsen gıda egemenliğinden bahsetmek mümkün değildir. ABD 1991 yılında Irak’ı işgal ettikten sonra çıkarttığı ilk on yasadan biri ülkedeki bütün bitkisel tohum kaynaklarının yurt dışına çıkışına izin vermesi oldu. Bu yasa petrol yasasından bile önce çıkartıldı. Böylece zengin Mezopotamya Bölgesindeki yerel gen kaynaklarının hepsi çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin eline geçti. 
Bugün başta Türkiye olmak üzere tüm dünyaya dayatılan model çok uluslu şirketlerin insafına terk edilmektedir. Öyle ki bu şirketler dünyada açlığı bitirme adına bitkilerin genleriyle oynamakta terminatör türler geliştirilmektedir. Buna karşılık doğa da devamlılığını sağlamak adına sürekli bir değişim yaşamaktadır. Besin zinciri kırılgan bir hal almış her yıl farklı bir zararlı ve/veya hastalık salgını yaşanmaktadır. 
Küresel salgınlar, tüm dünyayı etkileyen bölgesel savaşlar ve tuzu biberi küresel iklim değişikliği tarımda sürdürülebilirliğin ve gıda güvenliğinin önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir. 
Bölgesel çatışmalar sonrası tarım ürünlerini dünyaya pazarlama politikası ülkenin gıda güvenliğini sağlayacak bir önlem değildi. Bu olsa olsa tahıl tüccarlığı halk dilindeki adıyla zahireciliktir. 
Yüzüncü yılına giren Türkiye Cumhuriyeti Devleti barış ve huzur içinde daha nice yüzyıllar yaşamak için tarımsal üretimini ve gıda güvenliğini sağlayıcı politikalar geliştirmek zorundadır. Tarımsal modernleşmeyi yeni teknolojilerin ve ekipmanların transferi olarak dar bir çerçeveden bakmak yapılacak en büyük hatadır.
Öncelik turizm, finans, bayındırlık hizmetlerinden daha fazla destek vermekle mümkündür. Oysa bir yıl önce alması gereken tarımsal desteklemeleri ilan ettikleri tarihten iki ay önce ödemekle büyük bir lütufta bulunduğunu sananlar tarımsal girdilerin arzını bile temin edememektedir. 
Mankeninden - futbolcusuna, siyasetçisinden-bürokratına, tüccarından-üreticisine kadar herkesin diline pelesenk olan tarımda sürdürülebilirlik sadece lafta kalmaktadır. 
Halk arasında bir söz vardır. “Bir şeyi kırk defa söylersen olur” diye. Biz kırk yıldır söylüyoruz “hiçbir şey olmasa bile bir şey olur” diye bekliyoruz ama yine de hiçbir şey olmuyor.
O yüzden son sözüm,
Allah’ım sen konuyu biliyorsun. Amin.

16-01-2023/HÜSEYİN ATICI