Cerattepe’den Erdek Körfezine

   Cerattepe’den Erdek Körfezine 

   Doksanlı yılların başında, Karadeniz  Bölgesinin, Karadeniz’in bütünüyle çevre tahribatıyla karşı karşıya kaldığını, kalacağını gören bir grup insan bir araya geldik. Çevre duyarlılığı olan dernek, vakıf ve platformlarla bir araya gelmeye, başka bir deyişle onları biraraya getirmeye çalıştık. Çevre duyarlılığını yükseltmeye, olası yıkıma dur demeye çağırdık. Bu amaçla KKÇD (Karadeniz Kültür ve Çevre Derneği’ni) kurduk. 
    Bu yıllarda yapımına karar verilen, kıyı arkasından, dere yataklarından çıkartılan kayalarla yer yer denizi doldurarak yapılacak sahil yoluna karşı çıktık. Kıyı arkalarından, dere yataklarından kırılan kayaların topoğrafyayı bozacağını, ilerde toprak kaymalarına, dere taşkınlarına, sellere neden olacağını anlatmaya çalıştık. Denizi doldurarak yapılan yolun ilk maliyetinin üzerine ilerideki yıllarda çok ciddi tamir ve bakım masrafının ekleneceğini ve durumun süreğen olacağını söyledik. Alternatif olarak sıfır maliyetli deniz yolunun aktif kullanımından söz ettik. Tren yolunun altı  kat daha az yer tutacağından, altı kat daha fazla yük ve yolcu taşıyacağından bahsettik. Biz bunları anlatmaya çalışırken, deyim yerindeyse iğne ile kuyu kazmaya devam ederken bir duyum daha aldık. Çoruh nehri üzerine barajlar yapılacağını öğrendik. Dünyanın rafting yapmaya en uygun dört nehrinden biri olan, havzasında altıyüzü aşkın endemik bitkinin yetiştiği, çoğunun ilaç hammadesi olduğunu anlatmaya çalıştık. Bu barajın buralara çok büyük tahribat yapacağını ve baraj ömrünün de uzun olmayacağını, baraj dibinin hızla dolacağını, Çoruh nehrinin her yıl denize taşıdığı toprağın çokluğundan ve bu özelliği yüzünden barajın da uzun ömürlü omayacağından söz ettik. HES’leri suyu gerçek sahiplerinin elinden alacağını, doğayı, bitki örtüsünü olumsuz etkileyeceğini anlatmaya çalıştık...
     İleride olacakları anlatmanın güçlüğünü yaşadık. İnsanları ikna etmekte zorlandık. Yapılanlara engel olamadık. Gelişme, ilerleme karşıtı yaftasını boynumuza takmalarına da engel olamadık. Bir avuç kaldık. O gün olacak olanları görenler müneccim değildi. Biz müneccim değildik. Biraz farkındalık, biraz öngörü sahibi olmak, vicdanlı olmak yeterli iken, yeterli görülmedi. Felaket senaryosundan sonu gelmez bir dizi yapılmakta olduğunu anlatamadık. Gel gör ki; Karadeniz insanı dizinin ilk çekimlerini gördü. Yaşadı. Dizinin devamından fragmanlar gördü. Kararını verdi. Bu filmin devamı çekilmemeli. Bu film vizyona girmemeli dedi. Kendilerini figüran olarak dahi görmeyenlerin kendi yaşam alanlarına yeni setler kurup, felaket seneryosunun çekimi için para alan “artislere” izin vermedi. HES’lere karşı ses oldu. Yeşil yola karşı etten duvar oldu. Cerattepede direniş oldu. Rol değil, gerçek oldu.
    Tüm bunlar durduk yerden bellek istifimden çıkıp, gelip takılmadı usuma. Erdek Körfezi Dayanışma Platformu’nun çalışmaları ve karşılaşılan sıkıntılar çağrışım yaptırdı. İleride olacakları anlatmanın güçlüğünü burada da yaşıyoruz. Üstelik burada vizyona girecek olan seneryosu büyük ölçüde tamamlanmış, son redaksiyonları yapılan, adı yıkım olan, adı ölüm olan tek bir film. Geri dönüşü olmayan bütüncül bir felaket. Bir iki diziden sonra devamını vizyondan kaldırırız diyeceğimiz bir durum yok. Tam da bu nedenle, başta Erdek Körfezi Dayanışma Platformunu oluşturan bileşenler, çeperde dolanan kişi, kurum ve kuruluşlar, işi çok ciddiye almalı. Erdek Körfezinin karşı kıyısına kurulacak sanayinin ve dev boyuttaki limanın nelere neden olacağı çok iyi anlatılmalı. Daha geniş çevrenin olacak olanlardan haberdar olması, daha kararlı, daha dirençli bir kamoyu desteği için seferber olunmalı. Demokratik karşı oluş daha sıkı örülmeli. Daha kapsayıcı olması için çalışılmalı. Her kurum kuruluş bu anlamda kendi üyelerini bilgilendirmeli, daha kararlı tutum almaları için çaba içerisinde olmalı. Her biri en az Erdek Körfezi Dayanışma Platformu kadar işi sahiplenmeli. Güney Marmarada yaşayan her birey konudan haberdar olması hedeflenmeli...
- Turizmle uğraşanlar yatırımlarının enkaz olacağını görmeli.
- Balıkçılar bin yıllardır sürdürülen balık avcılığının sürdürülemez olacağını görmeli.
- Zeytinle, tarımla uğraşanlar binlerce yıldır sürdüregeldikleri çiftçiliğin sonunun geleceğini bilmeli.
- Yörede yaşayanlar, kanserin, solunum yolu hastalıklarının kat kat artacağını ve olası bir deprem durumunda kitlesel ölümlerin olacağını bilmeli.
- İnsanlar, sanayinin neden olduğu hastalıkların sağaltımı için harcayacaklarının ve devletin harcayacaklarının, sanayinin getirisinden fazla olacağını kavramalı.
- Bir iç deniz olan Marmara Denizinde yaşamın biteceği, ölü deniz olacağı, hızla kirleneceği görülmeli.
- Her birimiz, üzerinde oturduğumuz toprakların altında büyük bir tarihi zenginlik olduğunu, arkeolojik kazılar ile bu değerlerin görünür kılınmasının, toprakların uzerinde hala ısrarla inatla varlığını sürdüren tarihi eserlerin, kalıntıların restorasyonu sonunda elde edilecek kazancın yöremizi ihya edeceğini, turizme nitelik katacağını görmeliyiz.
- Hepimiz, havamızın, suyumuzun, toprağımızın kirlenmesine izin vermeyeceğimi göstermeliyiz.
- Uluslararası sermayenin, topraklarımızda kurmak istediği sanayinin neden olduğu kirliliği kendi topraklarından uzak tutma uyanıklığına uykuda yakalanmayalım. Karşı olalım. Önce kendi içimizde birlik olalım. Giderek uluslararası destek arayalım, bulalım.
- Yarın çok geç, bu sıcak komşuluk dokuyuşumunu kapı komşumuzdan başlayıp ilmek ilmek örelim. Rantiyerlerin doyumsuzluğuna lokma olmayalım.
     Bizim, Karadeniz’de olduğu gibi deneyimleyerek öğrenme şansımız yok. Çevremizin, bu coğrafyada yaşayan, yaşamak zorunda olan insanlarımızın öngörüsünü, farkındalığını yükseltmeyi sağlıyacak çalışmalar yapmak gibi bir sorumluluğumuz var. Dilovası’nın maruz kaldığı kirliliğin de üzerinde kirliliğe neden olacağını önden göstermek gibi ertelenmez bir yurttaşlık görevimiz, insanlık görevimiz var. Bağfaş’ın neden olduğu kirliliğin yüzllerce kat fazlasına maruz kalacağımız gerçeğini bilince çıkartmak gibi insanlık ödevimiz var. Unutmayalım ki; doğanın insana değil, insanın doğaya ihtiyacı var. Doğa çok zorda kalınca, insan onun için kanbur olunca, kanburu sırtından atar, yaralarını süreç içinde sarar yoluna devam eder. İnsan görünümlü değil, kelimenin tam anlamıyla insan olalım. Doğa ile barışık olup, insanın insanlığın yaşamını sürdürülebilinir kılalım.