Bu Savaş Bizim Savaşımız Değil

BU SAVAŞ BİZİM SAVAŞIMIZ DEĞİL

Suriye savaşının ilk günlerinde, meydanlarda “Reis bizi Afrin’e götür “ diye bir yerlerini yırtarcasına bağırıldığı günlerde “Bu savaş bizim savaşımız değil” diye bir yazı yazmıştım. O yazıda Irak, Suriye ve Diğer Ortadoğu ülkelerinde oynanan oyunun emperyalist çıkarlara dayalı olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Reis bizi Afrin’e götür diye böğürenlerin şimdilerde paralı askerlik için sıraya girmesi omurgasızlıklarının tescili.

Niyse bu girişten sonra asıl konumuza dönelim.

Konumuz; Afrin bizim 82., İdil 83. ve Münbiç 84. İlimiz mi?

Bu iller bizim neyimiz olur?

Eğer bu iller bizim Misakı Milli sınırlarımız içinde değilse orada ne işimiz var? Bu soruyu çok net olarak soruyorum.

Devletin etkili, yetkili, çokbilmiş neoosmanlıcıları yıllardır bu soruyu şöyle yanıtladılar.

“Güney sınırımızdan Türkiye’ye gelecek terör tehdidini önlemek”

Düz bir sınır olan Suriye sınırına İran’a kadar duvar örmemize rağmen terör tehdidini bertaraf edemiyorsan, önce stratejik ortak dediğin emperyalist ülkelere bakacaksın. Sonra da gizli gündemine.

Artık işkembeden atmanın zamanı değil.

Konu yakıcı. Yazan, konuşan sorgulayan yanar. Ama birilerinin sorması lazım. Bekasını sarayın bahçesine attığı mitille kurtarmaya çalışanların “Taş üstünde taş bırakmayacağız, boğazlarını sıkacağız, asacağız, keseceğiz “ gibi kabadayı vari söylemlerinden tutun, Şam’ da cuma namazı hayal edenlerin Şam’da nasıl piyon olduklarını aklı başında herkes eleştirip sorguluyor. Ha bu arada başımıza bu belayı saran Kiziroğlu Ahmet Davutoğlu’ da aklınca temize çıkma çabasında.

Bugünlerde İstanbul valiliğinin aldığı karar sonrası 21. Yüzyılın Muhteşem Süleyman ‘ı Suriyeli göçmenlerin kayıtlı olduğu yerlere dönmesi konusunda kararlı olduklarını vurguluyor. Kayıtlı oldukları yer Suriye. Hatırlatalım istedim. Peki, bizim o topraklarda savaşan, yaralanan, şehit düşen çocuklarımızın ne uğruna öldüklerini ne zaman döneceklerini açıklayan var mı? YOK. Bu soruyu sormaya cesaret eden ulusal basında gazeteci, iş dünyasında tüccar, üniversite camiasında hoca yok.

Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan, radikal islamcısından, ayrılıkçı örgütlere kadar herkesin cirit attığı yerde, her saldırıyı bir örgüte yüklemek kolaycılıktır ve insanların duygularıyla oynamaktır.

Toplumda kendiliğinden gelişen refleksle ve CHP ‘ li Belediye Başkanlarının uygulamalarıyla olmayan Suriye ve göçmen politikasında gel-git’ler yaşanmaktadır. Oysa bütün mesele gerçekleri konuşmaktan korkmamaktan geçiyor. Suriye konusu AKP-MHP faşizanlığına bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Bunun yeri meclis şeklide açıklıktır.Temel ilkesi de “Yurtta Barış, Dünyada Barıştır.”

İdlib’de şehit düşmek

Afrin’den sonra İdlib ve Münbiç’e bir bakalım. Son günlerde çatışmaların yoğunlaştığı evlatları Suriye çöllerinde olan anaların yürek kalkımı olduğu yerler.

Bütün uzmanlar aynı şeyi söylemekte. İdlib; El Kaide kalıntılarının, çeşit çeşit Cihatçı artıklarının, Nusra Cephesi’nin, Tahrir el Şam örgütünün yuvalandığı bir bölge. Türkiye, Soçi anlaşmasıyla bölgedeki El Nusra’cı, cihatçı, vb. terör yapılarını pasifize etmeyi, silahsızlandırmayı, bölgede güvenliği sağlamayı taahhüd etmişti. İdlib’e bu amaçla girilmiş, orada 12 gözlem noktası, yani 12 askerî üs oluşturulmuştu. O zamandan bu zamana taahhüt yerine getirilmediği gibi, tarafsız gözlemcilerin aktardığına göre, bu örgütlerden kimisine müzahir de olundu, ya da din ve mezhep kardeşliğinin ikna gücü yetmedi, görev başarılamadı.

Bu arada, bizimkilerin “Rejim Güçleri” olarak adlandırdılar, aslında Suriye topraklarını, çeşitli adlar altındaki boy boy Cihatçılardan, El Kaide artıklarından temizlemeye çalışan Suriye Ordusu, İdlib’de, ne yazık ki karşısında El Kaideci, El Nusracı, vb. terör örgütlerini değil TSK’yı buldu. Gözlem noktalarından birine yapılan saldırı sırasında bir evladımız daha şehit oldu, onlarca askerimiz yaralandı.

Bölgede etkin olan ülkeler kendilerine Suriye içinden bir güç buldu. ABD’ YPG ile işbirliği içerisinde, Rusya ve İran Esad güçleri ile işbirliği içerisinde. Peki biz kiminle işbirliği içerisindeyiz? Bize kalan İhvan’cı El- Kaide, El Nusra gibi “bir avuç öfkeli Müslüman mı?”

Suriye politikası bize bataklığa itmiştir. Erdoğan AKP’sinin, Davutoğlu’nun ideolojik rehberliğinde şekillenen Suriye ve Ortadoğu politikasının dayandığı düşünsel temel; şimdilerde bir hayli geriye itilen -ama yüreklerden kafalardan çıkmayan- bölgede Osmanlı nüfuzunu yeniden kurmaktı.

İflas eden ve Türkiye’yi her alanda batağa sürükleyen Bahçeli takviyeli bu politikanın ülkemize, halkımıza, hepimize maliyeti ortadadır.

Öncelikle; başka bir ülkenin topraklarındaki çatışmalarda evlatlarımız, canlarımız gidiyor. Yok seçimlerdi, yok ekonomik krizdi falan derken şehit ve yaralı haberleri -ne acı, ne utanç vericidir ki- arada kaynıyor/ kaynatılıyor. O şehitler, birilerinin iktidarlarının ve zihniyetlerinin beka’sı uğruna ölüyor.

İkincisi; Türkiye, dünyada saldırgan, güvenilmez, çatışmacı, savaşçı bir imaj ediniyor. Bölgede işler karıştıkça, Amerika-Rusya tahtaravallisinde bir o yana bir bu yana savruldukça, dış politikayı karşısındakileri bezirgân usulü idare etme kurnazlığı sandıkça, uzlaşma yerine güç kullanımı ve savaşı yeğledikçe bu imaj değişmiyor, pekişiyor.

Üçüncüsü; dışarda gerginlikçi-savaşçı politikalar, içerde güvenlikçi- otoriter- cepheleştirici, hak ve özgürlük karşıtı yönetimi güçlendiriyor. Demokrasinin son kırıntıları da elden gidiyor.

Dördüncüsü; savaşa harcanan milyar dolarlar… Sınır ötesinde savaş sürdürmenin, sınır ötesine yerleşmenin, Suriye’deki savaşın ürünü olan 5 milyona yakın mültecinin Türkiye’ye maliyeti ne kadar? Bugün yaşadığımız ve derinleşecek olan ekonomik krizde, yıllardır süren silahlanmanın, savaşın payı nedir? S-400’lere, F-35’lere, daha bilmem nelere ne harcanıyor? Bu soruları soran bir muhalefet olmadıkça, savaş cephesi köpeksiz köyde değneksiz gezerek bildiğini okuyor.

Beşincisi: Suriye’deki çözümsüzlük, gerginlik, savaş ortamı, özellikle Kürt sorunu ve mülteciler üzerinden toplumsal dokumuzun çözülmesine, dağılmasına, ülke içindeki fay hatlarının derinleşmesine neden oluyor.

Muhalefet, İstanbul seçimlerinde kendiliğinden oluşan “Demokrasi İttifakının” elde ettiği başarıdan sonra hayal edilmeye başlanan iktidara gerçekten talipse, bu soruları sormak ve cesaretle cevaplandırmak zorunda. “Millî meseledir” diyerek iktidarın arkasına sıralanmakla, “Esad’la anlaşın” demekle iş bitmiyor. Mesele; çatışmacı, savaşçı, saldırgan milliyetçi ve yayılmacı zihniyeti sorgulamakta. Hele de kendinizi “demokrasi cephesi” gibi büyük adlara layık görüyorsanız…

Bir kez daha aynı cümleyle yazımı bitiriyorum. Bu savaş bizim savaşımız değil.

Not: Yazıda Gazeteci Oya Baydar’ın yazısından faydalanılmış alıntılar yapılmıştır.

CEVDET AYAN - BANDIRMA 27-07-2019