Yarım Asırlık Yaşanmışlık

YARIM ASIRLIK YAŞANMIŞLIK 
1974 Yılı ŞMG (Şehit Mehmet Gönenç Lisesi) Mezunları olarak, 1 Haziran 2024 tarihinde, Erdek’te buluşarak bir dostluk ve geçmişi yâd etme toplantısı düzenledik ve 40-50 kişilik bir grup halinde, bir araya geldik.  Erdek’te muhteşem bir görüntü oluşturan; Güneşin batışını izlerken, “Eski dostlar, eski dostlar” şarkısı eşliğinde kadehler kaldırıldı. Kalan ömürlerimiz için sağlıklı, mutlu gelecekler dilendi…
Uzun bir aradan sonra ilk kez karşılaştığımız dönem arkadaşlarımızla selamlaşırken zamanın acımasızlığını hissetmemek pek mümkün değildi doğrusu. Tabi ki insan, her gün kendini aynada gördüğü için, bu değişimin çok farkında olamıyor, kendisinin, karşısındaki insanlar üzerindeki etkisini hissedemiyor. Tıpkı, ölüm karşısında takınılan tavır gibi; kendimizle ölümü, bir türlü özdeşleştiremiyoruz ya, yıpranmışlık konusu da bize özgü değil, bizim dışımıza ait bir şeymiş gibi gelmekte.
50 yıllık geçmişin hüzünlü, tatlı, acı izleri her birimizin yüz hatlarında, kaçınılmaz olarak belli belirsiz çizgiler oluşturmuştu. Göz kenarındaki kaz ayakları, yanaklardaki cilt çizgileri, alındaki paralel çizgi yoğunluğu hemen, ilk bakışta göze çarpıyordu ama bu durum her birimizde bir yıpranmışlıktan ziyade, apayrı bir yaşanmışlık ve saygınlık duygusu uyandırıyordu. Zamana ve yerçekimi kanununa direnç gösteren biz 67 yaş çerçevesindeki olgun insanların tek değişime uğramayan uzuvları; hiç şüphesiz gözleriydi. Kalplerden yansıyan sevgi duygusu, gözlerde ışıltı halinde cisimleşiyordu.
Lise döneminde olduğu gibi herkes birbirine isimleriyle hitap ediyordu. “Bey”, “Hanfendi” gibi takılar kullanılmaksızın, yalın bir şekilde ama belirgin bir saygınlık ölçüsünde konuşmalar, torunlardan bahsetmeler gece boyunca sürüp gitti. 50 yıllık bir geçmişin getirmiş olduğu bir statü, kişilerin, uzun yıllardaki çabalarıyla ulaşmış oldukları bir mevki kazanımları, muhabbetin dozunu da, sen ve ben arasındaki keskinleşen çizgiyi de etkiliyordu elbette. Lise bahçesinde, gençlik döneminde yapılan ayarsız konuşmalar gibi, teneffüslerde yapılan hoyratça şakalaşmalar gibi alabildiğine ölçüsüz değildi konuşmalar. Olamazdı da ayrıca. Hepimiz, feleğin çemberinden geçmiş birer olgun çocuklardık.
Liseli yıllarımızın fotoğrafları, barkovizyon tadında sinema perdesine yansıtılarak izlendi. Onlarca, yüzlerce fotoğrafta herkes birbirini ismen hatırlayarak, hafıza tazelemesine gitti. “Bir zamanlar biz de gençtik!” tadında bir eğlenceli gösteri oldu.
Bizler, 1973-1974 öğretim yılı mezunlarıydık. Bu dönem, bizlerin göğüslerimizde gururla taşıdığımız “50.Yıl rozetlerinin” kırmızı kurdelelerle asıldığı yıldı. Napoleon ‘un yasalaştırdığı, Fransızların göğüslerinde taşıdıkları Légion d’honneur (lejyon donör) nişanı gibi bir anlam içermekteydi. Padişahın tebaasından kurtulup, Cumhuriyetin vatandaşları kimliğinin kazanıldığı, yani Cumhuriyet’in kuruluşunun 50. Yıl kutlamalarının yaşandığı bir zaman çizelgesini temsil ediyorduk.  Lise çok sesli koromuz, Marşımızın dizelerini; “Erdi Cumhuriyetim 50 şeref yaşına!” gururla söylüyordu. “Bu rüzgârla şahlanmış, dalga dalga bayrağım!” derken, hepimiz dalgalanıyor, coşku seline kapılıyorduk.
1972 yılında, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Cumhuriyetin kuruluşunun 48. Yılında idam edilmişlerdi. Yine aynı yıl, Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı Cumhuriyetin kuruluşunun 48. Yılında vurularak öldürülmüştü. Onlar, bizlere, anarşistler olarak belletilmişti. Bizler, yeni Türk gençliğinin temsilcileriydik. Bayrağına, vatanına, dinine, imanına sadık Cumhuriyet gençliğiydik: “Her şey vatan için, Rap, rap, rap… Her şey vatan için!” Zinhar, kökü dışarda fikirlere itibar etmemeliydik. 1974 model Murat 124 otomobile binmek, yerli malı kullanmak bizler için birinci önceliklerdendi. Okuyanlar bilirler; “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek!” Kitabında Ayfer Tunç, 70’li yıllardaki hayatımızı bizlere çok güzel yansıtmaktadır. Yine, o dönemlerdeki siyasi kargaşayı, Lise Edebiyat öğretmenimiz Memet Türkkan, “Güneşin Katli” ve “ Ölüm Aşıp Giderken” romanlarında konu edinmektedir. 
Bizler, Cumhuriyet çocukları, “Rekabet” yoğunluğu ile “Başarı her şeydir’”, “Gemisini kurtaran Kaptan!” ve “Her koyun kendi bacağından asılır” düşüncesiyle yetiştirildik. Meslek sahibi, statü sahibi birer yurttaş olarak, önceliğimiz; evimiz olsun, arabamız olsun, yazlığımız olsun, çocuklarımıza da iyi birer eğitim sağlayalım, yeterdi bizimi için… Daha ne isteyelim düzenden! Bu düşüncelerin yönlendirmesiyle bugünlere geldik. Şimdi de çocuklarımızın, torunlarımızın bizim gibi birer hayat sürmesini dilemekteyiz. Lakin İstanbul’daki bazı özel liselerin hazırlık sınıf ücretleri 800-975 bin TL tutarında. Siyasi iktidarı 22 senedir ellerinde tutanlar, bizim özene bezene okuttuğumuz, büyüttüğümüz çocuklarımız için, “Giderlerse gitsinler!” diyor. “Biz doktor dövecek seviyeye geldik, daha ne olsun!” diye böbürleniyorlar. Milli Eğitime tarikat parmağını sokuyorlar. Tarikatları, sivil toplum örgütleri diye topluma kabul ettiriyorlar. Her gün kadınlarımız öldürülüyor, harçlığını kazanmak için kuryelik yapan çocuklarımız bıçaklanıyor. Her gün biraz daha yok oluyoruz.  
Ama sözüm söz olsun! Bir daha dünyaya geldiğimde, Liberal ekonominin öğretilerine asla tenezzül etmeyeceğim. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” demeyeceğim.
05. 06. 2024. Sedat Pamuk, Tatlısu/ Erdek