MÜLKİYETİN KONUSU ÜZERİNDEN TOPLUMSAL TARİH ANALİZİ
“Mülkiyetin konusu topraktır!” İnsanlık tarihinin başlangıcından kapitalist üretim tarzına geçişe kadar
“toprak” sahipliği, hem mülk sahipliğini, hem de yönetimde söz sahibi olmayı sağlıyordu. Ekonomi politik üstünlüğü ele geçirmede, toprak mülkiyeti, köleci toplumlarda ve feodalizmde yeterli koşuldu.
Toplumsal koşulların değişkenliği ve tarihsel sınıf mücadeleleri, genişleyen mülkiyetin tanımlanmasına sermayeyi eklerken, mülkiyetin sahipliğine de toprak sahipliği yanı sıra sermaye sahipliğini ortak etmiştir. Aristokratların hegemonyası el değiştirmiş, yerine sermayeyi elinde tutan bir grup azınlık yönetimde söz sahibi olmuştur.
Mülkiyetin konusu toprak olduğu gibi, kapitalist üretimin konusu da topraktır (doğadır). Üretken sermayenin formülünde ( P-M…Ü…M’-P’); 1. Dolaşım tanımlamasında (P-M) bize toprak altı/toprak üstü hammaddelerin üretim merkezlerine taşınmasını verir. Bu kısımda “rant” vardır. Üretim merkezi olan fabrika binalarının, depolarının konumlanmasında “rant” vardır. Yine, üretim sonunda, 2.Dolaşım safhasında, (M’-P’) elde edilen artı-değerin kar, faiz ile birlikte ranta dönüşümü vardır. Kısacası tarladaki domates, tarla sahibine nasıl rant getirisi sağlıyorsa, fabrikada üretilen salça da aynı şekilde
bina sahiplerine rant sağlamaktadır.
Kapitalist üretim tarzında, sermaye ve emek ne kadar etkense, toprak (doğa) ve dolayısıyla rant
gelirleri de “mülkiyetin konusu” olarak o kadar etkendir. “Emek en yüce değerdir!” diye sloganlaştıran Lasalleci Alman Sosyal Demokratlara, Marx, W. Petty’nin sözünü hatırlatır; “Doğayla birlikte emek
değer üretir. Doğa ana ise emek de üretimin babasıdır!”
Mülkiyetin kaynağı olan ‘Doğa’nın kapitalizme kadar olan süreçte tek ve esas ekonomi-politik üstünlüğü, süreç içinde ticari sermayenin büyümesiyle, toprak sahibi olan aristokrasiden, sermaye
sahibi olan kesime geçişi sağlamıştır. Kapitalizmde, toprak sahipliği kadar, en az, sermaye sahipliği de dünya pazarında etken konuma geçmiştir.
1500’lü yılların başlarında, yeni deniz ticaret yollarının bulunması, Amerika kıtasının keşfi, altın, gümüş gibi kıymetli madenlerin, Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere gibi gemi filo sahibi olan Avrupa
kıta devletlerine aktarılması, baharat ticaretinin yanı sıra tropikal meyvelerin, kıtalar arası, ülkeler arası taşınarak, genişleyen dünya ticaretinin konusu olması feodalizmden kapitalizme geçişte, burjuva
sınıfına önemli mevzi kazanımları sağlamıştır. Dahası, plantasyonlarda üretilen, Afrika Kıtası’ndan gemilerle balık istifi taşınmış olan kölelerin emeğiyle üretilen şeker kamışı gibi, pamuk gibi sanayi
hammaddesi olan bitkilerin, başta İngiltere dokuma fabrikalarına olmak üzere, Avrupa Kıta’sına aktarılması, bu yoldan gelişen ticaret sermayesinin ve sanayi sermayesinin, krallara, toprak sahibi
aristokratlara yüksek faizlerle borç para vermelerine yol açmıştır. Devletlerin kendi aralarında yaptıkları bitmez tükenmez kanlı savaşlar, silahlara ayrılan bütçeler Kralları, sarayları borçlanmaya
iterken, lüks yaşamlarından hiçbir fedakârlıkta bulunmayan, şatolarında ve topraklarında sayısız köylüyü hizmetinde çalıştıran feodal beyleri, yavaş yavaş topraklarını satmak zorunda, elden çıkarmak
zorunda bırakmıştır. Tarihin toplumsal akışı, mülkiyetin konusu olan “toprak” zenginliği ile birlikte, “sermayeyi” de ön plana çıkarmaktadır. Ve zenginliğin ipleri yükselen burjuva sınıfına geçmektedir.
Unutulmaması gerekir ki; “Sınıf savaşları” da, bu tarihsel süreçte baş etkendir. 1629 ‘da ve 1640- 1648 yıllarında, mutlak monarşiye karşı İngiltere’de, 1689’da Bağımsızlık Savaşı ile Amerika’da, 1789- 1830-1848- 1871’de Fransa’da, 1848’de ve de 1918, Spartekistlerin devrim mücadelesi ile Almanya’da, 1917’de Bolşeviklerin devrimi ile Rusya’da yaşanan Devrimlerin yapı taşlarında sınıf mücadeleleri
yatmaktadır.
Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde devrimci burjuva sınıfı, ister istemez, mezar kazıcısı olan proletaryayı da beraberinde taşımış ve yaratmıştır. Kapitalizmden bir üst yönetim tarzına, sosyalizme
geçişte, çoktan devrimci vasfını yitirmiş olan burjuva sınıfı, istemeyerek de olsa, -kaçınılmaz olarak –kendilerinin “mezar kazıcılarına”, devrimci işçi sınıfına “devrim bayrağını” devretmek zorunda
kalmıştır. Bu devredilen bayrak, merkez ülkelerin burçlarına dikildiği anda; ki bu ancak bir dünya kapitalist krizi esnasında olacaktır, işte o anda Dünya Devrimi de tamamlanmış olacaktır. “Mülkiyetin”
konusu olan toprak mülkiyetiyle birlikte, sermayenin özel mülkiyette toplanması da değişecek ve“mülkiyet” kolektif, toplumsal vasfa bürünecek, insanlık, sermayenin boyunduruğundan kurtularak, özgürlüğüne kavuşacaktır.
Sedat Pamuk, 18.11.2023