BANDIRMA MÜZESİ VE KAPİTALİZMİN GÖMÜLECEĞİ
ASAR-I ATİKA MÜZESİ (1)
Batı Anadolu Uygarlıklarından Günümüze Kadar Ulaşan ve Gömülü Oldukları Kazı Alanlarından Çıkarılan Eserlerin Sergilendiği Bandırma Müzesi’ne Bir Ziyaret.
Bandırma, geçmiş zamanlardaki adıyla; Palormo – Panderma – Panormos – gibi isimlerle sıfatlandırılmış olsa da her birinin anlamı aynı kapıya çıkmaktadır: Emin Liman. Misya coğrafyasında yer alan Bandırma, Kzykos antik kenti gibi Marmara Denizi ( Propontis ) kıyısına konumlanmıştır. Bandırma Körfezinin hemen karşısında Kapıdağ Yarımadası ( Arktonnesos; Ayı Adası ) bulunmaktadır. İlkçağlarda, Kzykos’un kurulduğu dönemlerde (MÖ. 700) ada konumunda olan Kapıdağ, zamanla karaya en yakın kısmında bulunan, Erdek Körfezi ile Bandırma Körfezi arasında gemilerin geçiş yaptığı boğazda oluşan bataklıkla, denizin dolarak karaya dönüşmesi ve bu sayede anakaraya bağlanarak yarımada haline gelmesi ile sonuçlanmıştır. Bandırma ve Erdek Kzykos Limanları, Yunan ticaret gemilerinin Çanakkale Boğazı’ndan (Hellespontos) geçerek mallarını boşalttığı ticaret yollarının merkez konumunu oluşturmaktadır. Bu limanlara taşınan mallar, karadan Daskyleion üzerinden İç Anadolu’ya ve Lidya Krallığı’nın başkenti olan Sardes’e ulaştırılmakta ve buradan da Kuzey Anadolu’ya taşınmaktadır.
Bölge, antik dönemde Misya (Mysia) olarak anılmakta olup, MÖ. 8 yüzyılda Miletos kolonileri hâkimiyetinde kalmıştır. Misyalılar kendi başlarına bağımsız bir devlet kuramayıp, güçlü devletlerin himayesi altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bandırma bölgesini de kapsayan Misya tarihi (MÖ. 1650- 1200) Hititlere kadar uzanmaktadır. Misyalılar, MÖ. 1274 yılında yapılan Kadeş Savaşı’nda Hititler’in yanında yer alarak, Mısır Kralı II. Ramses’e karşı savaşmışlardır. Bu tarihten 14 yıl sonra da Troya Savaşları’nda (MÖ. 1260-1250) paralı askerler olarak Troya Krallığı’nın yanında Yunanlara (Akalara) karşı 10 yıl boyunca savaşmışlardır.
*
Bandırma ve Misya bölgesi hakkında edindiğim bu bilgiler doğrultusunda, geçtiğimiz günlerde, 18 yıl önce kurulmuş olan Bandırma Müzesi’ni ziyaret etme isteğine kapıldım. Ziyaret öncesinde Ziraat Bahçesi’nin etrafında küçük bir tur atıp, 45-50 yıl öncesi anılarımızı tazeledik. Bizim ergenlik dönemimizin geçtiği 1970’li yılların mesire yeri olan Ziraat Bahçesi’ni dolaşarak, çam ağaçlarının gölgesinde geçen ilk gençlik anılarımıza geri döndük. Mayıs aylarının ilk hafta sonlarında kutlanılan Hıdırellez Bayramı, Bandırma’nın dar gelirli ailelerince bu güzel doğa parçasında karşılanırdı. Hıdırellezden sonraki ayda deniz mevsimi başlar ve yine bu doğasever insanlar, yaşamdan zevk almasını bilen aileler, çantaları, torbaları, kilimleri, piknik tüpleri, çaydanlıkları, mangalları ve günlük yiyecek, içecekleri ile deniz kenarına inerler, Karşıyaka’ya kalkacak motorların önünde kuyruklar oluştururlardı. Bandırma’yı simgeleyen, yapımı 1926 yılına ait, Mimar Kemalettin imzalı, altından bir zamanlar tren geçen, Cumhuriyet’in ilk önemli yapılarından olan, tarihi binanın önünden takalara, motorlara doluşup, Tatlısu, Tanaça, Dalyan koylarına piknik yapmaya ve denize girip, eğlenmeye, mutlu bir gün geçirmeye giderlerdi. Günümüzde, ne Ziraat bahçesinde piknik yapmak âdeti kaldı, ne de motorlarla Kapıdağ’ın eteklerine ulaşım kaldı. Artık taşımacılık da ulaşım da tamamen karayolu vasıtasıyla yapılmakta. Karayolları yapımına son yirmi yıldır önem verilmesine rağmen, ne yazık ki Kapıdağ yöresini çepeçevre sarmalayan yol için kalıcı bir iyileştirme yapılmış değildir. Aşağıyapıcı’dan başlayarak Kapıdağ’ın etrafını dolaşan karayolu öylesine dar ve keskin dönemeçleri olan bir yoldur ki bu yolda araç kullanmak çok dikkat gerektirmektedir. Üstelik yolun iki yakasına sağlı sollu araçlar park etmiş vaziyetteyken, orta yerinden tırlar, kamyonlar gelip geçmektedir. Kapıdağ’ın her yerine yaygın olarak kurulmuş tavuk çiftliklerinden yüklenen canlı tavuklar, kafesler içinde, yarı baygın vaziyette ve etrafa pis bir koku bırakarak, Banvit gibi, Has tavuk gibi kesimhanelere taşınmaktadır. Genellikle çift kasa halinde olan ve tırdan bile uzun kamyonları o daracık yolda kullanabilmek büyük bir maharet gerektirmektedir.
*
O gün için gezi planımız; erken saatlerde Ziraat bahçesini gezdikten sonra, bahçe diye adlandırılan koruluğun hemen bitişiğinde kurulmuş olan Bandırma Müzesi’ni ziyaret etmek ve oradan Daskyleion kazı alanının son durumunu görebilmek için Ergili’ye gitmekti. Ve kalan süre içinde de Kuş cennetine uğrayıp ulu ağaçların gölgesinde serinlemek, sıcak havanın etkisinden biraz olsun kurtulmaktı.
2003 yılında açılmış olan müzenin Bandırma adına çok büyük bir kazanım olduğunu söylememiz gerekir. Müze, M.Ö. 7. Yüzyıldan başlayarak günümüze kadar bu topraklarda yerleşmiş uygarlıkları, tarihi eserleriyle ziyaretçilere görsel olarak sunmakta ve yazılı olarak da konu hakkında, tarihsel arka planın detaylı bilgilerini vermektedir. Güler yüzlü personel tarafından karşılanmak ve müze hakkında broşürler edinmek ve klimalı, loş ışıkla aydınlatılmış ortam içinde bulunmak, keyif vericiydi. H Mermerin işlenmesiyle oluşturulmuş heykelleri, mermeri dantel gibi ince işçilikle işleyerek, üzerlerine insan figürlerini kondurdukları lahit mezarları, sikkeleri, bullaları, taş baltaları, mızrak uçlarını, taştan oyulmuş, kilden yapılmış, tahtadan, mermerden, bakırdan, tunçtan şekil verilmiş binlerce tarih kokan eseri uzun uzun inceledik. Ahşaptan yapılmış iğneler, bugünkü metal iğnelerden daha zarifmiş gibi geldi bize. Kap, kacak, vazo, amfora gibi her döneme özgü ayrı ayrı amma velakin hepsi insan elinden çıkmış, insan zekâsı ile yapılmış üretim araçlarını, savaş aletlerini, tarihe atılmış birer imza olarak hayranlıkla seyrettik. Tarihin derinlikleri içinde kaybolduk ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık.
Burada, yeri gelmişken itiraf etmeliyim ki, 2003 yılında açılmış olan müzeyi, aradan geçen 18 sene sonra, geçtiğimiz hafta ilk defa ziyaret etmiş olduk. Bundan da daha kötü olanı, Bandırmalıyız diye öğünürken, ne Daskyleion, ne de Kyzikos hakkında, ne Lidyalılar, Frigyalılar, ne de Persler hakkında dağarcığımda bir bilgi kırıntısı yoktu. Bandırma’nın tarihçesi hakkında bir- iki cümle kurmaya kalksam, ancak Haydar Çavuş camisinin Yunanlılar tarafından yakılmış olmasından bahsedebilirdim belki. Bu topraklarda hanedanlıklar kurmuş, imparatorluklar kurmuş uygarlıklar hakkında derinlemesine bir bilgiye sahip değildim doğrusu. Hanedanlıklar hakkındaki tarihsel bilgim; Selçuklular ve Osmanlılar ile sınırlıydı. Birkaç gündür okuduğum tarih ve mitoloji kitapları ile bilgi dağarcığımın genişlediğini hissediyorum. Bir de üstüne Bandırma müzesini ziyaret eklenince, tarihsel materyalleri yakından inceleme şansına erişmiş oldum.
+ + + + devam edecek…
06-09-2021/ SEDAT PAMUK/ERDEK