KALDIRIM İŞGALLERİ, KUL HAKKI VE EYYAMCILIK
Sevgili okurlar bu yazıyı üç soru sorarak başlamak istiyorum. Ve kendinize karşı dürüst olmanızı istiyorum.
1. Kul hakkı yer misiniz?
2. Tanıdığınız veya tanımadığınız herhangi birinin malına, mülküne özgürlüğüne gasp eder misiniz?
3. Başkasının yaşam alanını gasp eden, kul hakkı yiyenlere karşı tepki gösterir misiniz, yoksa ‘aman böyle gelmiş böyle gider’ mi dersiniz?
Bu soruları sosyal medyada sorsak veya bir anket düzenlesek yüzde 99.9’ unun vereceği yanıtları tahmin edebiliyorum. Ben dahil hepimiz sosyal medya aleminde mükemmel insanlarız. Birde rakı sofralarında. En çok da cami cemaatinde ve hak hukuk konulu muhabbetlerde ahkâm keser mangalda kül bırakmayız.
Ama gerçekte hiç birimiz mükemmel değiliz. Zaten öyle bir iddiamız da yok. Mükemmellik bir yana toplu yaşama kurallarının asgarisi olan birbirimize saygı ve hoşgörüden uzak bir haldeyiz. Külhanbeyliğimiz ne derece yüksekse halklığımız da o derece yüksek. Çünkü sistem bize bağıranın ve işgal edenin haklı olduğunu öğretti. Dolayısıyla insanlığımızı, hoşgörümüzü, saygımızı kaybettik.
Peşrevi kısa keseyim. Aslında tüm ülkenin sorunu olan kaldırımların, işgali, ortak yaşam alanlarının pisliği ve sahiplenilmesi adeta bir kangrene dönüşmüş durumda.
‘Temizlik imandandır’ deriz bırakın meydanlardaki pisliği cami tuvaletlerine girmeyi korkarız. Dünyada her gün büyüyen çöp dağlarının sorumlusu eşrefi mahlûkat olan insanoğludur. İnsanın dışında hiçbir canlı pisliğini bu derece ortalığa saçmaz. Kedi bile pisliğini örter. Biz eşrefi mahlûklar ise her türlü pisliğimizi ulu orta yerlere atmaktan hiç çekinmeyiz. Sonra da o pisliği belediye temizlemedi diye veryansın ederiz. Evet, şehrin temizliği belediyenin görev ve sorumluluğudur. Eşrefi mahlûkatın sorumluluğu ise pisletmemektir. Pisliğini ulu orta atmamaktır. Hani bir atasözümüz var ‘aslan yattığı yerden belli olur’ diye. Dereye- tepeye, denize- karaya verdiğimiz pisliğe bakınca bırakın aslanı hiçbir canlıya benzemiyoruz. Gerçekten eskilerin deyimiyle ‘nev-i şahsına münhasır’ bir yaratığız.
Bu işin temizlik boyutuydu. Bir diğeri işgal boyutu. Yağmur gibi yağan zamlar ve vergilerden sonra esnafın ayakta kalma çabalarını anlıyorum. Ancak esnafın kaldırımları hatta bir adım daha ötesine geçip yol işgallerini anlamakta güçlük çekiyorum. Şehirde-köyde, yolda-kaldırımda bütün alanlar insanoğlu içindir. Öncelik insanoğluna aittir. Birilerine otopark ve satış alanı değildir. İşte bu alanları siz bireysel çıkarlarınız için kullandığınız an ‘kul hakkı’ yiyorsunuz demektir. İşgalcisiniz, gaspçısınız demektir. Kaldırımlara açılan işportalar, mağazaların vitrinleri, kahve ve çay ocaklarının oturma alanları kaldırımları bırakın yollara taşmış durumda. Eğer bir boşluk kaldıysa da orası da otopark olarak kullanılmaktadır.
Bandırma’nın hangi caddesine, hangi sokağına giderseniz gidin, konfeksiyoncusundan-hırdavatçısına, kafesinden-lokantasına, büfesinden-kokoreççisine kadar bütün kaldırımlar işgal altında. O kadar çok çarpıcı örnekler görüp resimledim ki teşhir etmemek adına paylaşmıyorum. Bu işgale en küçük çay ocağından tutun zincir marketlere kadar herkes ortak. Hele ki cadde üstü çay ocağı ve kahveler. Adamlar, yetmemiş kaldırımın üstüne branda ile kapatmış. Kapatmayanlar ise kaldırım üstüne tabureleri atmış, geç geçebilirsen. Malum biz ağzı temiz bir toplumuz. Kahve muhabbetlerinde küfürlü konuşmayız değil mi? O yüzden eşimiz, çoluğumuz çocuğumuz oradan geçerken hiçbir tacize maruz kalmaz. Normal koşullarda kavga nedeni olacak küfürleri eşimiz, anamız- bacımız geçerken bu küfürlerle yüzleşir. Ve biz hiç utanmayız. Ve biz kul hakkı yemeyen dürüst ahlaklı insanlarız.
Bu konuda sayfalarca yazı yazılabilir. O yüzden kısa kesmek adına bir çift sözde yerel yöneticilere söylemek istiyorum.
Seçimle gelmiş yerel yöneticiler, hele ki Bandırma gibi küçük yerlerde, esnafa, tüccara ve oy alabilmek için şirin görünme ihtiyacında olabilirler. Ama asıl oy aldıkları kesim, adı sanı bilinmeyen, merkez mahallelerden tutun kırsaldaki 32 mahallede yaşayan yurttaşlardır. Ve bunların tek derdi rahat, temiz, mutlu ve huzurlu bir kentte yaşamaktır. Pek çoğunun kaldırıma park edecek arabası yoktur. Toplu taşıma araçlarını kullanır. Ve yine pek çoğu gıdadan tutun, kıyafet ihtiyaçlarını pazarlardan karşılar. Bunlar yoksul halk kesimidir. Çokturlar ama sesleri çıkmaz. Belediye, hele ki sosyal demokrat bir belediye, öncelikle toplumun bu geniş kesiminin rahat ve huzurlu yaşamasını sağlamak zorundadır. Elbette kalpleri kırarak değil kazanarak bu çarpıklığı çözmek zorundadır. Ama kararlı olmak zorundadır. Asla eyyamcılık yapmamalıdır. Berberinden, konfeksiyoncusuna, kahvecisine kadar bütün esnafların örgütleri vardır. Bunlar kızılca kıyameti koparabilir. İşte siz yöneticilere düşen görev bu güçlerin esiri mi olacaksınız yoksa sesini duymadığınız geniş halk kitlelerinin rahatını mı sağlayacaksınız? Son on yılı biliyoruz. Bugün her platformda muhalefet eden eski başkanın cesaret edemediği bu sorunu ne kadar ciddiye alacaksınız?
Eğer hedefiniz eskiler gibi profesyonel siyaset yapıp, siyaseti bir meslek ve rant kapısı olarak görüyorsanız siz de eyyamcılık yapacaksınız demektir. Ama tanıdığım bildiğim kadarıyla sizin böyle bir kaygınız yok. O yüzden başlangıçtaki üç soruya dürüst yanıtlar verip gereğini yapıp yapmayacağınızın takipçisi olacağım.