Kralını silen soytarısıyla uğraşmaz!

Kralını silen soytarısıyla uğraşmaz!

 

Sanırsınız ki, çalıştığı gazetelerde traj patlamasını sağlamış…

Sanırsınız ki, yazı yazdığı internet sitelerinde reklam gelirleri artmış…

Sanırsınız ki, dünyanın en efendi, dürüst insanı…

Sanırsınız ki, bu âlemde kaleminin üstüne kimse kalem koyamaz…

Sanırsınız ki, mübareğin bilgi hazinesinin yanında, kütüphaneler halt etmiş!

Sanırsınız ki, Türk sufihekim ve Halveti Tarikatı'nın Sünbüliye kolu şeyhlerinden ermiş Merkez Efendi gibi keramet sahibi…

Sanırsınız ki, el verdiği genç kalemlerin ünleri yurda dağılmış (öyle zannediyor, aslında yok öyle birileri, halüsinasyon görüyor ), attığı zaman ‘mangalda kül bırakmayan’ cinsinden, üstüne vazife olmayan şeylere ‘Sazan’ gibi atlamasını seven, kısaca önüne geçemediği yüksek ‘egosunun’ adeta esiri olmuş, mesleğinde sır perdesi gibi duran sekiz yılın hesabını açıkça veremeyen, kendisini nerelerde görüyor bilmiyorum ama çevresi gibi dünyası da gibi daracık olan kalem efendisi, zatı-ı muhteremin birisine seslenmek istiyorum…

“Bak beni üzen senin kralını bile silmişim, seninle de hiç işim olmaz. Kralını silen soytarısı ile de uğraşmaz!”

*

Seslenişimizi bir Nasreddin Hoca hikâyesiyle sürdürelim…

Nasreddin Hoca’ya adamın biri sorar:

-Kimsin?

Hoca cevap verir:

“Hiç, hiç kimseyim.”

Adamın dudak büküp önemsemediğini görünce, sormuş Hoca:

“Sen kimsin?”

Adam kabara kabara cevap vermiş:

-Mutasarrıf (Osmanlı’da kaymakam statüsünde sancak yöneticisi)

“Sonra ne olacaksın?”

-Herhalde vali olurum.

“Daha sonra?”

-Vezir.

“Daha,  daha sonra ne olacaksın?”

-Bir ihtimal sadrazam olabilirim.

“Peki, ondan sonra?”

 Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: -Hiiiç…

Hoca hemen lafı yapıştırır:

“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım işte, hiçlik makamında!”

*

Şimdi finaldeyiz…

Sana bir şey daha hatırlatayım; bak ben susuyorum ya, yutkunup görmezden geliyorum ya, sen de hak bayram zannediyorsun ya, ah be canım; sen bilmezsin huyum kurusun ipini çekeceğim insanın sandalyesini altına ben koyarım, böyle de iyi insanım…

Ben dayak yiyeceğimi bildiğim halde, çamurla oynayan bir çocuktum, ne kadar vurursan o kadar oynarım seninle…

Önemli bir şey daha var; hayat şerefle bitirilmesi gereken en ağır görevdir… Farkında olmadan, bir lokma ekmek için onurunu ayaklar altına almaya, bir anlık zevk için namusunu lekelemeye, bir zamanlık mevki için ayak öpmeye, günlük çıkarlar için erdemlerini karartmaya değmez!

*

Jean Christophe Grange bak ne demiş:

Herkesin kendin gibi olmasını beklersen yalnız kalırsın, herkesi kendin gibi görürsen aldanırsın!”  anlayabildim mi?

Çünkü hayatta her şey olabilirsin; fakat mühim olan hayatın içinde "İNSAN" olabilmektir…

*

“Kimseye olduğundan fazla değer verme.” demiş atalarımız, çok doğru bir söz…
Nitekim, sana verdiğimiz değeri kendinin mükemmelliklerinden olduğunu sanarak kasm-kasım kasılıyorsun!

Güzel bir gülü, güzel bir geceyi, güzel bir dostu herkes ister, önemli olan gülü dikeniyle, geceyi gizemiyle, dostu tüm derdiyle sevebilmektir” ama bunların zerresi sende ne arar?